Ercan Arıkan, Bodrum Tohum Derneği’nin başkanı. 30 yıl İstanbul’da gazetecilik yaptıktan sonra memleketine dönen Arıkan’la, belediyenin işbirliğiyle düzenlenen Bodrum Tohum Takas Şenliği’nin ardından konuştuk. Arıkan Bodrum’daki “avcı-toplayıcı” çocukluk ve gençlik yıllarını, derneklerinin çalışmalarını anlattı.
Uzun yıllar İstanbul’da yaşadınız, medyada çalıştınız. Memlekete dönüş hikayenizden bahseder misiniz?
Bodrum’da 1969 yılında doğdum. Her idealist genç gibi benim de hedefim ülkem için iyi şeyler yapmaktı. Ya gazeteci olacaktım ya da hukukçu. O yıllarda gençler devlet okullarında okuyarak hayallerine ulaşabiliyordu. Soruları çalınan üniversite sınavları yoktu, yazılıda başarılı olduğu halde sözlü mülakatlarda hayalleri çalınmıyordu gençlerin. Birçok arkadaşım üniversiteye bile gitmeden meslek sahibi olup güzel bir gelecek hayalini gerçekleştirebiliyordu. Çiftçilik yapan da koluna altın bileziğini takan zanaatkarlar da ticaretle ya da turizmle uğraşan arkadaşlarım da güzel bir hayat yaşamaya devam ediyor şu anda. Marmara İletişim Fakültesi’ni kazanmak hiç sürpriz olmadı bana. 30 yıl gazetecilik yaptım. Hayallerimin çoğunu da gerçekleştirdim. Nihayetinde baktığınızda, gördüğünüz durum bana artık bırakmam gerektiği konusunda fikir verdi. Bu alanda yapacak çok bir şey kalmamıştı benim için. Rotayı memleketime çevirdim.
Bodrum ve çevresi yoğun bir turizm baskısı altında. Neleri değişmiş buldunuz döndüğünüzde?
Bodrum’u anlatmama gerek yok, herkes fikir sahibi. Ben Karaova bölgesinde, Akarca’da doğdum. Tarlalar, dereler, tepeler ve dağlarda büyüdüm. İlk, ortaokul ve lise yıllarımda avcı-toplayıcıydım. Kuş avlardık, dağlarda kekik, adaçayı, salep, salyangoz, ot toplardık. Dolaşırken tarlaları dolduran meyve, sebze ve bostanlardan nasiplenirdik. Tütün arıklarının başında susuz yetişen domates, börülce, kavun ve karpuzun tadını hâlâ hatırlıyorum. Önce karpuzu sonra da çekirdeklerini yerdik afiyetle. Şimdi çok çekirdekli diye atalık tohumdan yetişen karpuzlar sevilmiyor. Az çekirdekli karpuzlar, üzüm ve mandalina tercih ediliyor. Artık yemesi bile zor geliyor. Oysa çekirdek demek tohum demektir. Çekirdek olmazsa üreme olmaz. Bahçelerden güvenle erik, incir, armut, üzüm yerdik. İçine bakardık çünkü kurt olabilirdi. Zehir vermezdi komşularımız. Tüm canlılar ortak besleniyordu. İnsan, kurt, domuz, kuşlar kısaca tüm canlılar barış içinde yaşıyordu. Ekim zamanı ne diyorduk tohumunu toprağa savururken: kurda, kuşa, aşa!.. Şimdi ise hep bana, hep bana, hep bana!.. Bakın eskiden bütün köyler tepelerin eteklerine kurulmuş, ovalar tarıma ayrılmıştır. Oysa son dönemlerde her yer fütursuzca işgal ediliyor. Binaların kontrolsüzce doldurduğu alanlarda yaşayan yaban hayvanları geceleri ya da gündüzleri ortaya çıktığında şöyle haberlere rastlıyoruz: “Domuzlar yazlıkları bastı, ayı mahalleye indi.” Kimse demiyor kim kimin bölgesini işgal etti. Bodrum’un dağları tepeleri işgal edildi ancak köyler ve özellikle tarım alanları da işgal altında. Artık birçok kuş eskisi gibi yok. Deniz ürünleri zaten çiftlikler olmasa tezgaha zor gelecek. Bu tüketimin artmasıyla ilintili değil, yanlış avlanma ve denizlerin kirletilmesiyle alakalı. Doğaya dönmek isteyen romantikler gelip tarla, bağ, bahçe ve zeytinlik alıyor. Sonra da içine bir ev kondurup yazlık olarak kullanıyor ya da mevsimlik olarak içinde yaşıyor. Ancak üretim yapmıyor. Bu arada gerçekten üretim, doğayı korumak ve iyi tarım yapmak için buralara gelenler de var ki bu kişileri takdir etmek gerek.
Lise yıllarımdan aklımda kalan bir bilgi var. Muğla, Rize’den sonra Türkiye’nin en çok yağış alan ilidir. Köyümün karşısındaki dağlar çam ormanları ile kaplıydı. Köyümün adı Akarca. İki dere geçerdi köyün içinden yaz kış akan. Yüzmeyi derede öğrendim ben. Çayırlar vardı çimlerinde güreş tuttuğumuz. Dere kenarına bir pancar motor ya da arık başı koydunuz mu, tarlalarınızı sulardınız her daim… Ben her tatile gelişimde bu değişimi zaten görüyordum. Yıllar içinde ormanlar yavaş yavaş azalmaya başladı. 2006’da Bodrum’un en büyük yangınlarından biri yaşandı. O yangında ben üç gün nöbetteydim zeytinlikleri, tarlaları korumak için. Mumcular’ın arkasından başlayan yangın Gökova körfezine kadar ulaştı ve deniz durdurdu. 2021’de yaşanan yangında Ören’e kadar olan tüm alanlar kül oldu, bazı bölgeler ikinci kez yandı. Bugünü çocukluğumla kıyaslarsam çok şeyler yitip gitti. Türkiye’nin özeti gibi, yeşil gitti her yer beton rengi bir gri.
Son tahlilde bu çok uluslu şirketler bütün dünyaya dayattıkları yasalarla tekelleştikleri için tohum satamazsınız. Bunu ancak tohum takas sistemiyle aşabilirsiniz. Ülkemizde ve dünyada tohum takas bu sebeple elzemdir.
Bodrum Tohum Derneği hayatınıza nasıl girdi?
Dernekle eski başkanımız Ahmet Kocabay sayesinde tanıştım. Kendisi uzun yıllardır tanıdığım köylümdür. Tohuma gönül vermiş, temiz gıda için uzun yıllardır ailece mücadele veren, meraklı, araştırmacı bir isim. Derneğe katkı vermemi istedi. Ben de elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Derneğin çıkış noktası 2006 tarihli, 5553 numaralı Türk Tohumculuk Yasası. Bu yasa çıktıktan ve içeriği anlaşıldıktan sonra aktivist diyebileceğimiz bir sürü insan buna karşı çıkmaya başlıyor. Bireysel olarak başa çıkılamayacağı için 2013 yılı Eylül ayında dernek çatısı altında buluşuyorlar. Küçük ölçekli yerel üreticiyi de işin içine katan bir dernek ortaya çıkıyor. Belediye ile görüşülüyor, köyler ziyaret ediliyor, evler dolaşılıyor. Yerli tohumlar toplanıyor, çoğaltılıyor ve üreticilerle tamamen doğal ve sağlıklı tarım yapılıyor. Üretici aracısız bir şekilde ürününü kendi pazarında satabiliyor. Dernek bu şekilde hem doğal ve sağlıklı tarım yapmayı hem de küçük üreticinin yanında durmayı hedefliyor. Kısaca hedeflerimizi sıralarsak: Ülkemizde kaybolmaya yüz tutmuş yerel meyve sebze ve endemik bitki tohumlarını gelecek nesillere aktarmak, hayvan ırklarının kaybolmaması için çalışmak, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan mutfak kültürü ve yeme içme alışkanlıklarını korumak, ekolojik yöntemlerle elde edilmiş ürünleri ve bunları üreten küçük üreticiyi desteklemek, geleneksel, yerel el sanatlarının ve zanaatkarların korunması için çaba harcamak, bireylerin tüketim alışkanlıkları ile ekolojik denge arasındaki ilişkinin fark edilmesini sağlamak. Ata tohum, zehirsiz tarım, temiz gıda sloganıyla çalışıyor ve bunları işleyen üyelerimizle cumartesi günleri belediyemizin bizlere tahsis ettiği Ortakent pazar yerinde ürünlerimizi güvenle Bodrumlulara sunuyoruz. Tohumdan hasada kadar envanterini tuttuğumuz, yerinde incelediğimiz, laboratuvarda 570 pestisist madde için test yaptırdığımız, işlenen hammaddeleri sıkı biçimde takip ettiğimiz ürünlerle hedeflerimiz doğrultusunda ilerliyoruz.
Yerel tohum ve tohum takası neden elzem?
Şöyle bir soru sorsam: “Neden Amerika yerlileri değil de Avrasya halkları 1492’de keşif yolculuğuna çıktı?” Kristof Kolomb ve ekibi yeni dünyaya ulaştıklarında yerlilerin silahları yoktu, tekerlek icat edilmemişti. Neden tekerlek ve silahı Amerika yerlileri değil de Avrasya halkları icat etti? Çünkü insanların tükettiği toplam kalorinin yarıdan fazlası buğday, arpa, pirinç, mısır dediğimiz tahıllardan, protein ise baklagillerden karşılanır. Dicle ve Fırat vadileri, Güney Anadolu, Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’yı içine alan yarım ay şeklindeki bölge medeniyetin beşiği kabul edilir ve bereketli hilal olarak adlandırılır. Bereketli hilal buğday, arpa, yulaf, mercimek ve nohut gibi temel gıda ürünlerinin anavatanıdır. Amerika kıtasında ise sadece mısır, fasulye ve patates vardır 1492 yılına kadar. Bu sebeple Avrasya halkları keşif yapabilme üstünlüğüne sahip olmuştur. Mercimek ve nohutun anavatanı Anadolumuz ise bugün Kanada’dan mercimek, Arjantin ve Meksika’dan nohut ithal ediyor. İnsanlık tarihi açısından çok minik bir zaman olan 600 yıl önce nohut ile tanışan yeni kıtanın iki ülkesi Arjantin ve Meksika’nın nohutu anavatanına satması gerçekten ironik. Ata tohumu hastalıklara karşı dayanıklı, bölge koşullarına uygundur. Oysa çok uluslu şirketler tohumu üretirken ilaçlara yani zehirlere ve kimyasal gübrelere karşı da bağımlı hale getirir. Yani size her yıl tohumu, o tohumdan ürün almak için diğer elementleri de satarlar ve üreticiyi bu ürünleri almaya mecbur bırakırlar. Tohumu ele geçirdiğiniz zaman gücü de ele geçirmiş olursunuz. Bir ülkenin elinden tohumunu aldığınız ve ona tekrar tohum alamayacağı hibrit tohum verdiğinizde onu her sene o tohumu satın almak zorunda bırakırsınız. İnsanlık tarihi boyunca üretim, gıda, beslenme, tohum, tarım hep önemini korumuştur. Sistemler ve sistemin içindeki bazı güç odakları daima bu olgularla fazlaca ilgilenmiş, tekelleri altına almak, manipüle etmek istemiştir. Ancak baskı ve yıldırma politikalarının karşısında daima direnenler olmuştur. Bu durumda tohumu korumak ve gelecek nesillere aktarmak için birçok gönüllü dernek, platform ya da şahıslar sözü edilen konularda çalışmalar yürütmüş ve mücadele etmiştir. Bu sadece Bodrum’da değil, ülkemiz ve dünyanın birçok bölgesinde de verilen bir mücadeledir. Son tahlilde bu çok uluslu şirketler bütün dünyaya dayattıkları yasalarla tekelleştikleri için tohum satamazsınız. Bunu ancak tohum takas sistemiyle aşabilirsiniz. Ülkemizde ve dünyada tohum takas bu sebeple elzemdir.
İki yıllık pandemi dönemi tarımın önemi, temiz gıda temini ile ilgili bir farkındalık oluşturdu mu?
Pandemi dönemi ilk başladığında her alanda belirsizlik hakimdi. İnsanlar yeni bir olgu ve bilinmezlikle karşı karşıya kaldı. Sokağa çıkma yasakları başladığında panik havası içinde özellikle büyük kentlerde rafların boşaldığına şahit olduk. Gıda maddeleri sıkıntısı yaşandı, parası olsa bile ürün bulamaz hale geldi insanlar. Oysa kırsalda yaşayan ve üretim yapanların bu konuda daha avantajlı oldukları görüldü. Her üreticinin kilerinde kendine yetecek kadar hatta tohumunu da içine katarsak belli miktarda ürünü vardır daima. Güvenle toprağında yetiştirdiklerini tüketir. Birçok kişi tanıyorum ki özellikle pandemi sonrası kendi yiyeceğimi üretebileceğim küçük bir toprağım olsun fikrinde buluştu ve tarla, bağ, bahçe fiyatlarında oldukça yüksek artışlar oldu.
Özellikle Ege’de tohum derneklerinin arttığını görüyoruz. Bu dernekler arasında bir iletişim, dayanışma ağı var mı?
Ülkemizde ve dünyada bu konuda çalışan çok. Ancak özellikle Ege Bölgesi’nde bu konuda dernek, platform ve gönüllülerinin artması psikolojik ve sosyolojik olarak araştırılabilir. Duyarlılık, farkındalık ya da eğitimle ilgili olabilir. Bu konuda bilirkişilik yapmayacağım. Hafızamı şöyle bir zorladığımda ben de sizin gibi düşünüyorum. Belki seslerini daha iyi duyurdukları ya da daha çok tohum takas etkinliği düzenledikleri için belleklere yerleşmiş olabilir. Benim ilk aklıma gelen ve Bodrum Tohum Takas Şenliği’ne davet ettiğimiz dernekler: Can Yücel Tohum Merkezi, Fethiye Yerel Tohum Derneği, Karaot Tohum Derneği, Marmaris Ekolojik Tarımsal Kalkınma Kooperatifi, Menteşe Belediyesi, Muğla Büyükşehir Belediyesi, Muğla Yerel Tohum Derneği ve Selçuk Belediyesi. Bu arada Bodrum ülkemiz ve dünyada doğası ve tarihiyle turizm kenti kimliğiyle kendini bir marka olarak kabul ettirmiştir. Ancak Bodrum Belediyesi takip edenlerin çok iyi bildiği gibi sadece turizmle yetinmeyip, tarım alanında da pek çok yatırım ve çalışma yapmakta. 81 il ve yüzlerce ilçe içerisinde pek çoğu tarım ürünleriyle anılsa da Türkiye’nin beşinci tohum merkezi Bodrum Belediyesi Tarım Ar-Ge ve Yerel Tohum Merkezi’nde 405 yerel tohumun bilimsel süreçleri tamamlandı, 203 yerel aday tohumun bilimsel süreçleri devam etmekte. Derneğimiz de merkezin kuruluşuna tohum desteği vererek katkıda bulunmuştur. Bu dernekler birbirleriyle iletişim halinde, etkinliklerle ya da başka yollarla birçok konuda birbirlerine destek oluyor. Bir telefon uzağınızda ya da bir davetle sizi yalnız bırakmıyorlar. Ama sanırım bunun ötesinde kurumsal bir dayanışma ya da iletişim ağı yok. Bu sorunuz üzerine böyle bir çalışma fikrini de sayenizde başlatırız umarım. Bu birlikteliğin sonucunda yasal düzenlemelerde esneklikler ve kamuoyunda bence beklenilenin de üstünde bir farkındalık oluşmuş durumda.
Üretici pazarları, üreticiye alım desteği… Yerel tohumların korunmasıyla ilgili STK’ların yanı sıra yerel yönetimlere nasıl roller düşüyor? Bodrum ve Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarını nasıl değerlendirirsiniz?
Dernek hedeflerimizden birisi de yerinde üretim, yerinde tüketim. Üretici ile tüketici arasındaki mesafe kısa ve aracı yoksa maliyetler düşer, karbon ayak izi o kadar az olur. Bodrum’da ürettiğimiz sebze ve meyveleri İstanbul pazarına ulaştırmak için nakliye ücretleri fiyata yansır ki günümüzde maliyetleri hepimiz fazlasıyla hissediyoruz. Bir de atmosferin kirletilmesi ve ürünlerin tazeliğini yitirmesi gibi etkenleri de görmezden gelmeyelim. Belediyeler üretici pazarlarını teşvik etmeli. Bodrum Belediyesi derneğimize Ortakent pazar yerini tahsis etmiştir. Özellikle Başkan Ahmet Aras bu konuda hassas. Bodrum’da arazi metrekare fiyatlarının bu kadar yüksek olduğu alanların sadece belli günlerde kullanılması ve diğer günlerde atıl kalmamasını istiyor. Bodrum’un birçok beldesinde ve merkezde pazar alanlarında üreticiler halka ilk elden ürün sunuyor. Bu önemli ve birçok belediyenin yaptığını da biliyorum ancak daha da artmalı. Bodrum Belediyesi kooperatif de kurdu ve düzenlediğimiz tohum takas şenliğinde Başkan Aras “Siz üretin biz bunu Bodrum’da tüketeceğiz. Ben belediye olarak alım garantisi veriyorum” diyerek üreticilere seslendi. Ayrıca tarımsal hizmetler müdürlüğü traktör, mibzer gibi ekipman, gübre, fide, fidan, tohum ve küçükbaş hayvan desteğiyle çiftçinin yanında. Garaova Gençlik Tarım Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde bulunan İsmail Hakkı Tonguç Tarım Okulu’nda eğitim ve bilgilendirme çalışmaları yürütmekte. Birçok sivil toplum kuruluşu dernek, platform ya da kooperatifler kurarak bu alanlarda çalışmalar yürütüyor. Yine bizim etkinliğimize davet ettiğimiz STK’lardan birçoğu kadın emeğine sahip çıkarak ürettiklerini tüketicilere ulaştırma gayreti içindeler. Muğla Büyükşehir Belediyesi de tohum merkezi, tarım ve üretimle ilgili kurs ve eğitim çalışmalarıyla ayrıca hibe ve destekleriyle destek sağlıyor.
Zeytinlikleri madencilik faaliyetlerine açık hale getiren yeni yönetmeliği nasıl yorumluyorsunuz?
4.5 milyar yaşındaki bir gezegenin üzerinde yaşıyoruz. Dünya birçok evreden geçti. Girit’te bir zeytin ağacı var 3 bin yaşında. Türkiye’de ise Manisa Kırkağaç’ta bir zeytin var bin 660 yaşında. Geçenlerde ise Milas’ta bir zeytin ağacının 3 bin 200 yaşında olduğunu öğrendim. Bu kadar geçmişe gitmeyelim. Millattan günümüze kimler geldi kimler geçti. Ne teknolojiler gördü insanoğlu. Artık miadını doldurmuş, yıldızlarda maden arayan dünyanın bazı ülkelerinin tersine, yerin altını köstebek gibi kazıp üstündeki barışın simgesi bir canlıyı yok etmek akıl işi olmasa gerek. Anlayana hesap basit; bir ton zeytinyağı üç bin 200 dolar, bir ton mermer 500 dolar, bir ton kömür 200 dolar. Nokta.
Bir cevap yazın