Merhaba sevgili okurlarım, uzun bir aranın ardından tekrar sizlerle birlikte olmaktan mutluyum. Pandemi dönemi boyunca malumunuz seyahatler kısıtlandı ve yeni yerlerin keşfedilmesi pek mümkün olmadı. Bu durumda sizlerle daha önce depoya koyduğum gezileri paylaşmak en iyisi. Şimdi hepsi 316 kilometrekarelik bir ülkeye, Malta’ya gidelim birlikte.
Malta Adası tarih boyunca Fenikeliler, Kartacalılar ve Doğu Roma İmparatorluğu tarafından yönetilmiş. 1291 yılında Müslümanların hâkim olduğu adada bir dönem Osmanlı Devleti’nin de hakimiyeti söz konusu olmuş. Bu tür bilgilere çok girmek istemiyorum sevgili okurlar, bunlar yeni nesil ansiklopedi Vikipedi’de rahatça bulabileceğiniz bilgiler. Sizlere orada bulamayacağınız bilgiler ve anıları anlatacağım 🙂
Roma üzerinden, Valletta’da bulunan Uluslararası Malta Havalimanı’na iniş yaptık, iki arkadaşım ve ben. Avrupa Birliği ülkesi olduğu için önceden pek araştırma yapma ihtiyacı duymadım. Adada toplu ulaşımın neredeyse hiç olmadığını bildiğimiz için, gezebilmek için araç kiraladık. Tabii ki sürücü benim. Daha önceden rezervasyon yapmış olduğum aracı otoparktan almaya gittik. Sürücü kapısına doğru gittim, kapıyı açtım, bir de baktım direksiyon yok. E tabi ben şok… Sonra düştü jeton, ah be Samet, burada trafik soldan akıyor. Zamanında İngiliz himayesinde kalan bir krallık burası…
Eşyaları yükledik ve otele doğru yola koyulduk. On dakika geçti, “alışmaya başladım ben bu işe” dedim ki benimle aynı şeritten gelen bir otobüsle kafa kafaya gelince alışamadığımı anladım ve başladım gülmeye. Bu sırada arabayı da kaldırıma çıkarttım otobüsten kaçmak için. 🙂
Otele vardık ve bir şeyler yemek için dışarıya çıktık. On beş dakika yürüdük yürümedik, şehir tabelası değişti. Yazının başlığı da buradan çıktı.
Biz Aralık ayında gitmiştik fakat iklim son derece ılımandı ve bahar havası vardı. Meğer tüm sene en düşük 20 en yüksek 32 derecelerde seyrediyormuş Malta havası. Çokça Türk restoranının bulunduğu Malta’da bir şeyler yiyecek yer bulmak çok kolay ve fiyatlar da çok uygun. Fakat Malta’da zor olan bir şey var, o da otopark bulmak. Üç gün kaldığımız Malta’da dört defa park cezası yedik, günde bir kereden fazla. 🙂
Gece ve eğlence hayatı için çok alternatif olan ada ülkesinde İngiliz öğrenci sayısı neredeyse nüfusun yarısını oluşturuyor. Malta aynı zamanda dil okulları ve sualtı dünyası ile Avrupa’da farklı bir turizm rotası haline gelmiş durumda. Ekonomik açıdan da refah düzeyi çoğu Avrupa ülkesine göre yüksek.
Malta’da doya doya üç gün geçirmek için harcanacak tutar yaklaşık 500 Euro’dur sevgili Keçiciler. En lüks restoranda yemek yiyip, en popüler mekanlarda bir şeyler içmek kişi başı 50 Euro’yu geçmez. Yiyecek çeşidi olarak da tamamen Türk ve İtalyan mutfağı üzerine kurulu. Tipik Akdeniz mutfağı diyebiliriz. Meşhur fırınları, deniz ürünleri ve tatlıları ile gastronomisi kendisine özel olmasa da gayet güzel bir ülke. Bu yüzden son derece mutlu bir tatil için tercih edilebilecek bir yerdir. Kendine özgü ve meşhur bir malt içecekleri de vardır, adı da CISK, şiddetle tavsiye edilir sevgili Keçiciler.
İngilizcenin ana dilleri olup, aksanlarının anlaşılabilir olması da bizim için cabası.
Turistik yerleriyle ilgili biraz bilgi edinerek gittiğimiz için gezerken oldukça etkilendik açıkçası. Araplar, Osmanlı ve Hıristiyan dünyasından fazlaca kalıntıların olması, Malta Adası’nın Kıbrıs’a benzer kozmopolit yapısının nedenini sergiliyor aslında. En dikkat çekici projelerinden biri ise yakın tarihten. 2. Dünya Savaşı’ndan kalan bazı batık gemileri ve uçakları çıkarmayıp su altı turizmi için değerlendirmişler. Bu yüzden dalış severleri beklentilerinin üzerinde bir batık dünyası bekliyor olacaktır.
Bir de canım gezgin keçiciler unutmadan söyleyeyim, Malta’ya gitmeden önce mutlaka Schengen vizeniz olsun. Uçuş için de İstanbul’dan direkt THY’yi tercih edebilirsiniz. Avrupa’dan ise Ryanair firması ile direkt uçuş bulabilirsiniz. Dilerim bu salgın süreci bir an önce biter ve bizler de patikaları tekrardan aşındırırız.
Hepinize sevgiler!