Birleşmiş Milletler’in 17 başlıkta topladığı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, yerel yönetimleri de sürecin sorumlu ve inisiyatif sahibi bir aktörü olarak tanımlıyor. Seferihisar Belediyesi de bu süreçte yer alarak yaşanabilir bir dünya için kendi üzerine düşeni yapma arzusunda. Belediye’nin bu doğrultudaki çalışmasını koordine eden Ruhisu Can Al ile bu projenin kapsamını ve Seferihisar’da nasıl yaşama geçirileceğini konuştuk:
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA HEDEFLERİ
- Yoksulluğa son
- Açlığa son
- Sağlıklı Bireyler
- Nitelikli Eğitim
- Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
- Temiz Su ve Sıhhi Koşullar
- Erişilebilir ve Temiz Enerji
- İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme
- Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı
- Eşitsizliklerin Azaltılması
- Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları
- Sorumlu Tüketim ve Üretim
- İklim Eylemi
- Sudaki Yaşam
- Karasal Yaşam
- Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar
- Hedefler İçin Ortaklıklar
– Sürdürülebilir kalkınma nedir; bu anlayış, bu kavram nasıl ortaya çıktı, buradan başlayalım isterseniz.
– Ruhisu Can Al: Bu yaklaşım ilk defa Almanya’da ortaya çıkıyor aslında. Almanya’da Hans Carl von Carlowitz adlı bir muhasebeci Almanya’da orman arazilerinin korunmasıyla ilgili bir çalışma yapıyor. Böyle giderse Almanya’daki ormanları kaybetme tehlikemiz söz konusu diyor. Kullanalım ama tüketmeyelim, çoğaltalım… Gayesi bu. Bu çalışma için sürdürülebilirlik kavramının kökeni diyebiliriz.
Akademik ortamda ise “sürdürülebilirlik” ilk defa 1972 yılındaki bir raporla ortaya çıkıyor. “Büyümenin Sınırları” adlı bu rapor, Roma Kulübü adlı bir düşünce kuruluşu tarafından hazırlanmış. Cevap aradığı soru şu: Eğer mevcut ekonomik büyüme ve sanayileşme bu biçimde devam ederse, bunun önümüzdeki yüzyıllık süre içerisinde sonuçları ne olacak? Bir bilgisayar simülasyonu hazırlıyor ve elde ettiği çıktıları rapora dönüştürüyor. Raporun sonucu, tabii ki tahmin edildiği üzere bir felaket: Büyüme bu hızla devam ederse ekonomik kaynaklardan mahrum kalacağız. Büyük bir çevresel ve sosyal tahribat söz konusu olacak. Bunun sonucunda sıfır büyüme öneriyor. Sıfır büyüme önerisi büyük bir infial yaratıyor ve tartışmalar başlıyor.
1987 yılında buna karşılık bir rapor hazırlanıyor. Brundtland Raporu adlı bu çalışma şunu söylüyor: Evet, bu ekonomik büyümenin kendisi uzun vadede sosyal, çevresel veya ekonomik tahribat yaratabilir. Ama sorun büyümenin kendisinde değil, niteliğinde. O zaman sosyal, çevresel ve ekonomik faktörlerden yola çıkarak büyümeyi daha kontrollü hale getirmemiz lazım. Bunun adı sürdürebilirliktir. İlk defa bu şekilde ortaya çıkan kavram daha sonraki yıllar içerisinde tabii ki sosyal, çevresel boyutlarıyla irdelenmeye devam ediyor, uluslararası zirvelere konu oluyor. 2000 yılında Birleşmiş Milletler’de “Milenyum (Bin yıl) Hedefleri” şeklinde bir ifadeye kavuşuyor. 2015’te de “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” olarak tarif ediliyor.
– Esas olarak 2000 yılında bir uluslararası programa dönüşüyor yani…
– Bir çerçeve sunuluyor ama henüz bunun bir yaptırımı yok. Bu daha çok, “biz böyle bir çerçeve oluşturduk. Ey gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, bu çerçeveyi baz alırsanız insanlığın daha iyi bir noktaya gelmesini sağlayabilirsiniz” şeklinde bir çağrı. Sadece hedefleri sunmakla sınırlı. Bunun için ayrı mekanizmalar oluşturmuyorlar.
– 15 yıl sonra “Sürdürülebilir Kalkınma” başlığıyla yeniden gündeme gelmesindeki sebep ne? Milenyum hedeflerinin eksik kaldığı mı saptanmış?
– 2013’e gelindiğinde şu fark edilmiş. 2000 yılında ilan edilen 8 temel hedef, tavsiye niteliğinde, hiçbir bağlayıcılığı olmayan hedefler ve bunlar yeterli olmuyor. Devletlerin BM’ye verdiği yıllık kalkınma raporları bu hedefleri gözetiyor gibi görünüyor ama gerçeği yansıtmıyorlar. Raporlarda belli kalemlerle oynama suretiyle, kalkınma göstergeleri kâğıt üzerinde bu hedeflerle uyumlu hale getiriliyor.
Bunun üzerine BM devletlere tekrar çağrıda bulunuyor. Diyor ki 2015’e kadar yeni bir zirve düzenlenecek, bu konuya hazırlıklı gelin. Aradaki iki yıllık süreçte uzmanlar komitesi çok ince eleyip sıkı dokuyor. Kendi gözlemcileri vasıtasıyla ülkelerden bilgiler alıyorlar. Bu geri dönüşler üzerinden çerçeveyi revize ediyorlar, olgunlaştırıyorlar. İlk önce 169 tane alt hedefi belirliyor, sonra bunların üzerine 17 tane kapsayıcı hedef başlığı inşa ediyorlar. Nihayet 2015’e geldiğinde Birleşmiş Milletler şunu söylüyor: “Yeni bir gündemle karşı karşıyayız. Biz artık buna Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri diyoruz.” Temel bir vurgu farkı da şu: Birleşmiş Milletler, artık tek muhatap olarak devletleri görmüyor. Yerel yönetimleri ve özel sektörü de muhatapları arasına katıyor. Bu hedeflerin gerçekleştirebilmesi için sadece devletlerle iş birliği yapmakla yetinmiyor. Aynı zamanda yerel yönetimleri ve STK’ları da bu hedef yönünde destekleyeceğini ilan ediyor. “Bu konuyla ilgili bir şey yapabilecek tüm kurumlar benim misyonuma dahildir” diyor.
Sürdürülebilirlik yoksa kaynak da yok…
– Yine tavsiye kapsamında bir çağrı mı yoksa bir yaptırımı ya da özendirici tarafı var mı?
– Hem özendirici hem caydırıcı bir tarafı var. Tek bir mekanizmayla bunu başarıyorlar. Dünya Bankası bunun en önemli aracı. Sürdürülebilir finansmanı nasıl sağlayacağız konusu üzerine Dünya Bankası’nın çalışmaları var. Devletlere ya da alt kuruluşlara, yerel yönetimlere vs. ihtiyaç duyduğu finansal kaynağı vermek için sürdürülebilirlik kriterlerine uygun olma şartı arıyor. Bu konuda çok somut bir açıklama yaptı. Kömürle ilgili projelere hiçbir şekilde destek vermeyeceğini bildirdi örneğin. Sadece yenilenebilir enerjiyle ilgili olan projeleri destekleyeceklerini söyledi. Devletlerden sivil birimlere kadar bütün bileşenler, ihtiyaç duydukları kaynağı sağlayabilmek için bu tür çalışmaları yapmak zorundalar. Yani hem siyasi hem ekonomik bir mekanizma ve hem teşvik edici hem caydırıcı…
– “Senin kalkınma amaçlı projelerin şu 17 başlığın içerisindeki 169 hedefe hizmet etmiyorsa ya da bunlara aykırıysa, ben desteklemiyorum”; böyle mi diyor Dünya Bankası?
– Evet, mesela bunun somut bir örneğini vereyim. BM’nin Küresel İlkeler Sözleşmesi (Global Compact) içerisinde 9000’e yakın şirket var. Bunlar büyük şirketler, öyle ufak şirketlerden bahsetmiyoruz. 3000’e yakın da sivil toplumdan, akademilerden ve yerel yönetimlerden katılımcı bu ağın içerisinde. Yani çok büyük bir network. Bunun içerisinde yer almak için sürdürülebilirlik konusunda yapılmış çalışmaları bir faaliyet raporu haline getirip, tamamen bu göstergelerle değerlendirerek Global Compact’e sunmak gerekiyor. Bu rapor incelemeden geçip kabul edildikten sonra siz de Küresel Sözleşme’nin imzacısı olmuş oluyorsanız. Ama bu da yetmiyor. Bu raporu her yıl düzenli olarak sunmak ve uygulamak zorundasınız. Yoksa sizin üyeliğiniz askıya alınıyor.
– Yani bu çerçeveye uygun projeler yapacağım diye bir taahhütte bulunmuş mu oluyorsunuz?
– Tabii, bu bir taahhüt. Pek çok özel şirket, sivil toplum örgütü ve yerel yönetim var bu taahhüdü imzalayan. Devletler doğal imzacısı zaten. Şöyle ki, 2016 yılında Ekvator’da yapılan Habitat 3 zirvesinde 175 maddelik Yeni Kentsel Gündem adıyla bir deklarasyon metni yayınlanmıştı. Bu deklarasyon metni içerisinde yerel yönetimlerin daha fazla mali istikrara kavuşturulması, mali açıdan desteklenmesi, siyasi açıdan da yetkileri daha geniş olan yerel yönetimlere sahip olunması gibi noktalara yer verildi. İşin özü, 175 maddede artık yerelin de merkez kadar önemli olduğuna dair bir deklarasyon metni oluşturuldu ve imzacı ülkeler kendilerini bu şekilde bağlamış oldular. Türkiye de imzacılarından biri.
– Böyle bir ağın parçası olmak, kendi faaliyetlerini böyle bir projenin parçası haline getirerek uygulamak ne kazandırıyor peki? Bunun anlamı ne?
– Şöyle bir anlamı var. Yaşadığımız dünyaya karşı her anlamıyla, her anıyla sorumluyuz. Öylesine yaşıyormuş gibi davranamayız. Bugün ne yapıyorsak, aslında bunun gelecekte bir etkisi olacağını bilerek yaşamalıyız. O açıdan insanlar bugün ne kadar özenli olurlarsa, bu yarınımız için bir kazanç olacak. Dünyanın gündemine bakıyoruz; savaşlar var, büyük bir yoksulluk, büyük bir eşitsizlik görüyoruz. Büyük bir adaletsizliği yaşıyoruz. Aynı şekilde temel kaynaklara erişimde insanların büyük bir sıkıntısı olduğunu biliyoruz. Eğer bunların farkında olmadan hareket edersek, yarın bizden sonraki kuşaklar için hayat daha da zor olacak. Kim ister kendisinden sonraki kuşaklara daha kötü bir dünyayı bırakmayı? Aslında bu 17 temel hedef esas olarak bunu söylüyor.
Bu çerçeveye uygun projelerin destek görmesi büyük bir avantaj elbette. Dünya Bankası sürdürülebilirlik konusunda tüm çalışmalara destek verirken, bunu dünyadaki şubeleri aracılığıyla yapacağını belirtti. Bu beyanın ardından, Dünya Bankası’nın Türkiye şubesi olan Türkiye Sınai Kalkınma Bankası hemen bir açıklama yaptı ve mevcut mevduatının %65-70’ini sürdürülebilirlik konusunda çalışma yapanlara aktaracağını ifade etti. Bununla beraber altı banka bir araya geldi ve TSKB ile birlikte sürdürülebilirlik finansmanı konusunda bir açıklama yaptı. Bu ne demektir? Diyelim ki bir belediye yenilenebilir enerjiyle alakalı bir iş yapıyor, mesela kendi çatısına solar panel döşemek istiyor. Bunun için ihtiyaç duyduğu finansal kaynağı tamamıyla bu bankalar aracılığıyla, daha uygun koşullarda, kredi, proje finansmanı ya da hibe kapsamında alabilecek. Bankalardan büyük ve orta büyüklükteki şirketlere kadar özel kuruluşlar her sene belli bir meblağı sosyal sorumluluk projelerine harcamak zorundalar. Bu projelerin giderlerini zaten bütçelerinde gösteriyorlar. Artık bu bütçeyi kullanırken sürdürülebilirlik kriterini baz alacaklar. Bu konuda çalışma yapanları destekleyecekler. Bunu yapmak durumundalar çünkü böylelikle imzacısı oldukları Global Compact’e karşı taahhütlerini yerine getirmiş olacaklar.
Sürdürülebilir bir Seferihisar
– Peki Türkiye’de yerel yönetimlerden Global Compact’e imza atan var mı?
– Şu an bildiğim kadarıyla sadece Küçükçekmece Belediyesi var ama onun da henüz bu konuda yapmış olduğu bir çalışma yok. Aslında imzacı olmanın kendisi tek başına yeterli değil. İş sadece rapor hazırlamakla bitmiyor. O raporun yükümlülüklerinin ne kadar yerine getirildiği önemli.
– Seferihisar’a gelelim artık. Seferihisar Belediyesi bu süreçte nerede?
– Biz imza atmakta aceleci olmak istemedik. Seferihisar Belediyesi bugüne kadar yapmış olduğu çalışmaları bir raporda toplayıp çok rahatlıkla Global Compact’in bir imzacısı olabilirdi. Fakat bundan daha kıymetli bir şey yapmak istedik. Dedik ki, ilk önce bizim kurumumuzun kendi içerisinde sürdürülebilirlik kültürü benimsensin, biz bunu ilçenin hayatına yayalım. İnsanlar bunu bir misyon edinsinler, benimsesinler.
– Sadece kâğıt üzerinde kalmasın diye mi?
– Tabii, daha ikna edici olmamız, yere daha sağlam basmamız ve bu sayede bu çalışmanın kendisinin de sürdürülebilir olması açısından böyle bir süreci öngördük. Aralık 2018 itibariyle de raporumuzu teslim edip imzacı olmak gibi bir düşüncemiz var.
– Misyon derken, bir fikir olarak benimsemekle kalmayıp bu fikir doğrultusunda sorumluluklar üstlenilmesini mi kastediyorsunuz?
– Evet, bir anlamda pratiğe dönüştürmesi. Bunu somut olarak açmak gerekirse mesele bir vatandaş der ki ben atıklarımı ayrıştıracağım ve bu konuda gereken neyse yapacağım, bunun önemini çevreme anlatacağım. Daha çok insanı bu konuda duyarlı davranışlara yönelteceğim. Bu bir misyon olarak düşünülebilir. Bir başka vatandaş diyebilir ki, ben hayvan hakları için uğraşacağım. Onların hakları ve ihtiyaçları konusunda çalışma yapacağım. Bir başkası diyebilir ki, enerji konusunda bir şeyler yapmak, yenilenebilir enerji kaynakları üzerine çalışmak istiyorum. Bisiklet yolları olmasını isteyenler, cinsiyet eşitliğine önem verenler, demokrasi kültürünün yaygınlaşması için çaba sarfedenler… Tüm bu insanların ve sivil toplum kuruluşlarının bu tür misyonlar etrafında yanyana gelmesi, koordine olması. Bunların halk forumları şeklinde, demokratik bir kültüre denk düşen ortamlarda tartışılması ve hareket planlarının çıkarılması… İşte hedeflediğimiz bu. Aslında bu demokratik toplumlarda yaygın bir uygulama ve Türkiye’de de Gezi Parkı sonrasında yaşadık benzerlerini. Ama bunların siyasi bir nüve etrafında gelişmesinden çok, sürdürülebilirlik çerçevesinde kendi yaşantısına yön vermek isteyen vatandaşların ve kitle örgütlerinin ortak aklı olarak gelişmesini önemli buluyorum.
Bunun en uygun aracı kim olabilir derseniz, bence şehirlerimizde kent konseyleri bunun öncüsü olabilir. Geri kalan kamu kurum ve kuruluşları da bunun birer besleyicisi olabilirler. Böyle bir modeli kurabilme imkânımız var mı? Kesinlikle var. Biz zaten bu temelde bir iletişim planı hazırladık, uygulamaya geçme aşamasındayız hatta.
Bu form neyi sağlayacak? Bizim toplumumuz aslında son derece yaratıcı, inovatif, farklı düşünen, pratik çözümler ortaya koyabilen bir yapı sergileyebiliyor. Bu zenginliği bir araya getirebilirsek, bunu başarmamamızın önünde hiçbir engel yok ve kısa bir sürede hakikaten çok iyi sonuçlar elde edebiliriz.
– Seferihisar için tasarladığınız iletişim planında ne var? Kent Konseyi’nin anahtar bir rolü var sanırım.
– Kesinlikle anahtar bir rolü var. İlgili yönetmeliğine baktığımızda, kent konseylerinin bunu yapmasının önünde hiçbir engel olmadığını görüyoruz. Yapmakta olduğu çalışmalar da bizim kurmaya çalıştığımız modele son derece uygun zaten. Mesele bu çalışmalarımızı bir misyon çerçevesinde bir araya getirebilmek. Bugün mesela, diyelim ki bir betonlaşma sorunu var ve buna karşı bir tepki mi oluşuyor? Kent Konseyi buna müdahil olmak mı istiyor? Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri içerisinde şehir ve yaşam alanlarıyla ilgili hedefi ve bununla ilgili göstergeleri esas alarak yürütebilecek çalışmasını. Böylelikle etkisini artıracak, kullanabileceği kaynakları ve materyalleri zenginleştirecek.
– Belediye’nin yaptığı, yapmakta olduğu pek çok faaliyet bu 17 madde kapsamına girebilecek içerikte. Bunların ortak bir çerçeve içinde tanımlanması nasıl bir avantaj sağlayacak?
– Eğer bir yerel yönetimin böyle bir çerçevesi yoksa, bütün çalışmaların birbirini bütünlediği ortak bir zeminde hareket etmiyorsa, bir proje fabrikası ve son noktada bir proje tüketicisi haline gelme riski var. Mesela bizim Seferihisar Belediyesi olarak gerçekleştirdiğimiz birçok kıymetli iş ne yazık ki zamanın akışı içerisinde unutuldu, sonuçları takip edilemedi. Kalıcı olamadı. Toplumsal belleğimiz de bu anlamda biraz kısıtlı olduğu için anımsanmaz oldu. Faaliyetleri bu 17 hedeflik çerçeve üzerinden takip etmek bu noktada bir avantaj sağlıyor. Belediyemizden örnek verirsek, örneğin gerçekleştirdiğimiz Seferi Kart projesi bu hedeflerden açlığa son, yoksulluğa son, sağlıklı bireyler gibi temel bir çerçeveye oturuyor. Projeyi bu hedeflerin altında tarif ettiğimiz zaman bunun sonuçlarını takip etmek, başardıklarımızı ve nerede eksik kaldığımızı görmek, aynı hedef kapsamındaki diğer faaliyetlerle ilişkilendirmek mümkün olacak. Vatandaş da projenin amacı konusunda, bunun Seferihisar’a ne katmayı hedeflediği konusunda daha net bir farkındalığa sahip olacak. Böylece desteği ve belki katılımı artacak.
Vatandaşın eleştirisi bakımından da bu önemli. Belediye’nin herhangi bir projesini, faaliyetini eleştirirken de “bunu yapıyorsun ama senin tarif ettiğin hedeflerle uyumlu değil” diyebileceği bir referans noktası olacak. Katılımcı bir sürecin inşası için de çok güzel bir altyapı sunuyor bu hedefler.
Elbirliğiyle başarılacak
– Bu katılımla ilgili olarak sivil toplum örgütlerinden ve Seferihisarlılardan beklentiniz ne?
– Biz bir sürdürebilirlik stratejisi ya da takvimi oluşturduk. Bunun son halini vereceğiz. Belediye olarak kendi içimizde bir komite kurduk. Bu çalışmaların olgunlaştığı aşamada sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ederek, bu misyonu ve çalışmaları onlara aktarmak istiyoruz. İstiyoruz ki sivil toplum örgütleri bunu tam anlamıyla içselleştirdikten sonra kendisine yakın olan hedefleri seçsin, o konuda karşılıklı bir etkileşim yaratılsın, kendi faaliyetlerini bu hedeflerle uyumlu hale getirsin ve bu şekilde büyüterek bu hikâyeyi devam ettirelim. Tamamıyla halka temas edelim. Halka temas ettiğimiz noktada, belki tek bir bireyin yapacağı katkı bile şehir hayatında muazzam bir değişim yaratabilir.
Bu çerçevede Kent Konseyine bir sunum yaptık. Gerçekten çok olumlu tepkiler aldık. Kendi içerisinde bir çalışma yapacaklarını, belli hedefleri seçeceklerini, düşündükleri projeleri bu hedeflerle hizalayacaklarını belirttiler. Ama bu tek başına yeterli değil. Dikkate alacağımız diğer sivil toplum kuruluşları, odalar da var. Sadece bunlar değil, Emniyet Müdürlüğü, Kaymakamlık, İlçe Halk Eğitim, tüm bunlarla bu çerçevede irtibata geçerek, oturup karşılıklı görüşlerimizi masaya yatırarak ilerleme durumumuz olacak.
– Peki kalkınma, merkezi ve makro bir sorun değil mi? Belediye’nin bu başlıkta büyük işlerin altına girebilecek siyasi ve ekonomik gücü var mı?
Aslında yine aynı meseleye geliyoruz. Bir belediyenin radikal, vizyoner ve ihtiyaca yönelik bir şeyler yapabilmesi için sadece kendi başına karar alması yeterli olmuyor. Bunun çeşitli aktörler tarafından da desteklenmesi gerekiyor. Sizinle aynı frekansta konuşan aktörlere ihtiyacınız var. Sadece belediyenin bir kararı alıp uygulamaya çalışması değil, Kent Konseyi ve diğer sivil toplum kuruluşlarının da katkıda bulunması, halkın desteğini alması, Kaymakamlığın bunun bir parçası olması, İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün kendi görev alanında katkısını ortaya koyması…
Bence işte tam bu noktada diyaloğa ihtiyacımız var sürdürülebilirlik dediğimiz unsurun en önemli etkenlerinden birisi de bu diyalogu oluşturabilmektir. Sürdürülebilir kalkınmayı yerelden geliştirmek için saptanacak hedeflerin arkasında böyle bir güç olursa, o zaman bu büyük işin altından kalkabiliriz.
İşin ekonomik tarafına gelince, yerelden gelişecek bir kalkınma hamlesinin bütçeden daha fazla payı hak ettiğini düşünüyoruz. Bizim başlattığımız bir tohum mücadelesinin tüm Türkiye’de karşılığını bulabildiğini görüyoruz. Ulusal düzeydeki büyük bir sorun karşısında yerelden üretilen bir yanıtın örneğidir bu. O halde tarımla ilgili, enerjiyle ilgili söylediklerimize de kulak verin diyeceğiz. BM’ye sunulan kalkınma raporundaki bütçede, sürdürülebilirlik odaklı bir yerel kalkınma için pay ayrılmasını talep edeceğiz. Bunun ekonomik, siyasi özerklikle ilgisi yok. Bu bütçe yerelde de aynı sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda kullanılacaktır. Yerel yönetimler olarak, bize bu desteği verin, biz de daha iyi bir Türkiye için kendi sorumluluğumuzu layıkıyla yerine getirelim diyeceğiz.
– Yerelin kendi yağında kavrulmasının ötesinde bir sorun tabii…
– Örneğin tarımla ilgili hedeflerimiz… Alternatif bir tarım mümkün sloganıyla hareket ediyoruz ama bu slogan bir vizyonu ifade etmekte yeterli mi? Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin Seferihisar’a uyarlanması kapsamında, Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü’müzden bir vizyon belgesi hazırlamasını istedik. Ortaya tarımın ulusal düzeyde çöküşüne yanıt getirecek kapsamda bir model çıktı. Yerel tohumların korunmasından üretici pazarlarına, üretici kadın kooperatiflerinden inovatif pazarlama modellerine kadar bir dizi boyutu var bunun. Bu vizyon belgesi, mikro seviyedeki hedeflerimizin yanında, ithalatın azaltılması, dışa bağımlılığın azaltılması, envanter çalışmalarının yapılması, çiftçiye daha fazla teşvik verilmesi, mazot gibi maliyetlerin düşürülmesi gibi makro düzeyde somut önerileri de içeriyor. Ulusal düzeyde atılması gerekli adımları da ortaya koyuyor.
Biz bu vizyon belgesini tüm bakanlıklara, yerel yönetimlere ve ilgili sivil toplum kuruluşlarına dağıtacağız ve şunu söylemiş olacağız. Bugün itibariyle bir çıkmazın içerisine düşmüş durumundayız. Eğer bunu ısrarla sürdürmeye devam edersek sistem tıkanacak ve infilak edecek. Burada yerel ve merkez diye bir ayrım yok. Bunun önüne geçmek istiyorsanız gelin burada yazılanları dikkate alın. Beraber bir model geliştirelim.
– Başka belediyeler de var mı peki bu sürecin içinde?
Önce diğer Cittaslow belediyeleri de katmak istedik. Çünkü Cittaslow’un temel kriterleri aslında sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle tamamen örtüşüyor ve diğer belediyeler de bu sürece katılırlarsa daha güçlü bir ses getirir. Bu ses merkezde de yankı bulur ve merkezle ilişkisinde yerelin etkinlik kazandığı bir yerelden kalkınma sürecinin başlangıcını oluştururuz. O nedenle bir taahhütname hazırladık, buna tüm Cittaslow belediyeleri imza attılar ve onlar da kendi çalışmalarını başlattılar. Biz bu konudaki çalışmalarımızla bir adım önde sayılabiliriz belki.
Çok taze bir haber, Birleşmiş Milletler’in Temmuz ortasında New York’ta düzenleyeceği Sürdürülebilirlik Zirvesi’ne başkanımız Tunç Soyer de davet edildi. Orada Seferihisar’ın temsil edilmesi bu alandaki vizyonumuzun ve çalışmalarımızın bir sonucu elbette. Devlet başkanlarının ve önemli uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin katılacağı bu üst düzey zirveden çok güzel sonuçların çıkacağını düşünüyorum.
– Seferihisar’da nasıl hayata geçeceğini daha iyi anlamak için soruyorum, örneğin sıkça eleştirilen imar konusu. Bu alandaki hedeflerin göstergeleri neler?
– Hemen bakalım. İmar Müdürlüğü kendi göstergelerini şu şekilde oluşturmuş. Mülk sahibi ve hissedarı olan kadın sayısı örneğin. Böylelikle kadınların ekonomik açıdan ne derece güçlü olduklarını, ekonomik kaynaklar açısından ne gibi imkânlara sahip olduklarını görmek istiyoruz. Bunu nüfusa oranladığımızda aslında kadının potansiyel sosyal statüsüne dair bir izlenim edinmek mümkün olacak. İkinci gösterge şu şekilde olmuş. Arazi tüketim oranı ile nüfus artışının birbirine oranlanması. Yani yapılaşma. Yapılaşma ne kadar hızlı ve nüfus artış oranıyla ne kadar paralel bir şekilde seyrediyor, bunu görmek istiyoruz. Üçüncüsü kamusal açık alanların kentin yerleşim alanlarındaki ortalama payı. Yani kent ne kadar nefes alabiliyor, bunu ölçmek istiyoruz. Park ve Bahçeler Müdürlüğü aynı zamanda bizim İmar Müdürlüğü ile koordineli bir şekilde çalışır. Onların bu konuda temel göstergelerinden bir tanesi bu yeşil alanlarda kullanılan damla sulama sistemi oranı. Yani kaynakların kullanımıyla ilgili bir ölçü.
Bu göstergeler, kentin durumunu tespit ederken, hedefler belirlerken dikkate alacağımız, çalışmalarımızda gözeteceğimiz birer ölçü. Bu ölçülere göre ne kadar geliştiğimizi, nerede ne kadar zayıf kaldığımızı ve hangi hususlara odaklanmamız gerektiğini göreceğiz.
– Peki ekonomik anlamda sürdürülebilir kalkınmanın öğeleri ne Seferihisar için, mesela bir tanesi alternatif tarım, bir başkası?..
– Mesela enerji. Alternatif, yenilenebilir enerji. Belediye’nin de kurucuları arasında olduğu bir yenilenebilir enerji kooperatifimiz var Seferihisar’da. Başkanı Umur Ozanoğulları somut verilere dayanarak Seferihisar’ın gelecekte bir temiz enerji kenti olabileceğini söylüyor. Buna katılıyorum, bu Seferihisar’a çok yakışacak ve kaynaklarımıza çok uygun bir gelecek. Hem güneş hem rüzgâr enerjisinden faydalanabiliriz. Offshore dediğimiz bir teknolojiyle tamamıyla deniz üzerine kurulan platformlardan enerji elde emme imkânımız var. Böyle bir zenginliğimiz, potansiyelimiz varken bunu niye değerlendirmeyelim? Az önce tarım üzerine konuşurken değindiğimiz noktaya geldik işte. Enerjideki bağımlılığımız yerel değil ulusal bir sorun. Yenilenebilir enerji alanındaki çalışmalar ulusal düzeyde bakanlık nezdinde yapılıyor. Fakat yapılan çalışmalar daha çok özel sektöre yönelik. Burada ne kamu sektörü bu işin içine tamamıyla dahil ediliyor ne de yerellerde kurulacak kooperatifleşme açısından bakanlığın bir vizyonu var. Oysa örneğin bugün Almanya’daki enerjinin büyük bir kısmı yenilenebilir enerjiden karşılanıyor ve bunu büyük ölçüde çok başarılı bir kooperatifçilik modelini uygulamış olmasına borçlu. Biz niye bu örneği takip etmeyelim, işte bunu yapabiliriz.
Bunun için Seferihisar’da bir enerji kooperatifi kuruldu fakat bu mevzuat meselesine takılıyor. Bunu aşabilmek için bu kooperatifin olabildiği ölçüde vatandaşlar tarafından bilinmesi, benimsenmesi ve ortak sorumluluk alanlarının yaratılması gerekiyor. Eğer biz vatandaşlar olarak bu konuda sesimizi gür çıkartabilirsek mevzuattaki lisansız üretim engelini aşarak kooperatiflerin özgürce gelişebilmelerini, büyüyebilmelerini sağlarız. Her vatandaşın kendi çatısına koyacağı bir solar panelle kendi elektrik ihtiyacını karşılayabileceğini rahatlıkla görürüz. Bu model aslında çok büyük bir katma değer yaratır ülkede ve enerjide kendi kendine yetebilir bir ülke haline gelmeye başlayabiliriz. Bu da yerelden başlayan bir ulusal kalkınma öyküsü olabilir.
– Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine uygun bir yerel yönetim faaliyetinin Seferihisar’ın geleceği bakımından sonuçları ne olur, böyle bir öngörünüz var mı?
– Seferihisar’ın geleceğini belirleyecek kapsamda bir proje aslında. Bu projeye bizim planımız demek çok doğru bir yaklaşım olmaz. 2030 yılına kadar başarılması öngörülen bu hedefler, herhangi bir siyasi projeye mal edilemeyecek kadar nötr ve insanlığın ortak çıkarlarıyla ilgili hedefler. Şehrin yöneticisi kim olursa olsun, bu hedefleri bir şekilde hayata geçirmek zorunda. Bu bir yetki değil, sorumluluk meselesi. Yaşadığın kente ve dünyaya karşı, birlikte yaşadığın ve hizmet ettiğin insanlara karşı bir sorumluluk… Bu iş ne kadar ilerlerse yarın bizim için o kadar güzel bir dünya olacak. Aksi takdirde bahsettiğimiz eşitsizlik, adaletsizlik, savaşlar, kaynaklardan yoksunluk gibi etkenler yüzünden, dünya daha kötü bir hale gelmeye devam edecek. Yaşanabilir bir gezegen kalmayacak.
– Teşekkür ederim vakit ayırdığınız için.
Bir cevap yazın