“Hız”lı yaşam tarzları bedensel ve ruhsal sağlık problemlerinde artışa ve genç yaşlardan itibaren stres temelli sağlık sorunlarında artışa neden oluyor. Diğer yandan “hız”ın esiri ve kapitalist ekonomik sistemin parçası olan insanlığın daha çok tüketime yönelme arzusu sonucu doğal kaynaklar hızla tükeniyor.
Modern yaşamın sunduğu olanaklar bir taraftan “hız”lanmamızı sağlarken diğer taraftan da bizi “hız”ın esiri haline getirmiş durumda. Yani bir yandan o çok hızlı arabamıza binip, en hızlı kasalarında alışveriş yapabileceğimiz, en marka(!) ürünleri satın alabileceğimiz, indirimli(!) ürünlerden daha fazla alabileceğimiz süpermarketlere ya da mağazalara koşarken bir taraftan da istediğimiz şeyleri yapamamaktan, zamanın ne kadar da hızlı geçtiğinden ve paramızın ne kadar da çabuk bittiğinden yakınıyoruz. Üretmekten çok tüketmeye, sorgulamaktan ve eleştirmekten çok itaat etmeye yönelir olmuşuz.
Sürekli olarak zaman kaybettiğimizi düşünerek yaşamaya programlanmış durumdayız. Teknolojinin bizim için yarattığı zamanı gözardı ederek… Öyleyse bir yerlerde hata yapıyor olmalıyız. İnsan kendisini birden şu sorulara yanıt ararken buluyor: “Hız nedir?”, “Hangi alanlara sirayet eder?”, “Hız neye, kime hizmet eder?”, “Hızla birlikte hayatımıza giren kavramlar nelerdir?”… Yoksa teknoloji hayatımızı olduğundan daha zor bir hale mi getiriyor? Bunlar size de tanıdık geldi mi? O zaman bir durup düşünmeli, nasıl yapmalı? Son yıllarda önemini arttıran “cittaslow” kavramı bu yaklaşım çerçevesinde bize bir kapı açıyor, dahası bir yol gösteriyor.
“Hız arttıkça özgürlük azalır” diyen Virgilio (1998:134), hız bilimi anlamına gelen “dromoloji” kavramını geliştirmiştir. Bu kavramıyla Virgilio, modernleşme ve endüstrileşmeyle birlikte hızın da arttığını tartışır. Toplumsallaşma, enformasyon toplumu olma, şehirleşme gibi kavramlar ve politik akımlar da ancak hız seviyeleriyle açıklanabilir (Virgilio, 1998). Buna göre yaşamdan keyif alma üretkenlikle bağdaşmayan bir olgu olup, “zaman çalıcı” olarak görülmektedir. Petrini ve Padovani’ye göre (2012) bu zaman üretim zamanından çalınmış bir zaman olarak görülür.
Endüstri Devrimi’nden bugüne yaygınlaşan ve hızı giderek artan kent yaşamıyla birlikte, içinde bulunduğumuz küresel kapitalist dünya düzeninde “hız” bir norm olmanın yanı sıra adeta bir zorunluluk haline geldi. Son 30 yılda sorgulanmaya başlanan hız kavramı üzerine eleştiriler özellikle son dönemde giderek arttı. Hızın tüketim, insan sağlığı, ekonomi, düşünme ve ruh hali ile ilişkisi ve insan hayatına etkileri konusunda çeşitli çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalarda hızın insan doğasına uygun olmadığı ve insan sağlığı için önemli bir tehdit oluşturduğu görüşü hâkim. Bu bakış açısına göre “hız”lı yaşam tarzları bedensel ve ruhsal sağlık problemlerinde artışa ve genç yaşlardan itibaren stres temelli sağlık sorunlarında artışa neden oluyor. Diğer yandan “hız”ın esiri ve kapitalist ekonomik sistemin parçası olan insanlığın daha çok tüketime yönelme arzusu sonucu doğal kaynaklar hızla tükeniyor.
Hızın insan hayatı ve çevre üzerine yıkıcı etkisine bir panzehir olarak, “yavaş hareketi” (slow movement), hızlı yaşamın egemen olduğu modern dünyada daha iyi ve kaliteli bir yaşama kavuşmak için dengeyi öneren bir yaklaşımı ifade eder (Honore, 2005: 15). Küreselleşmenin olumsuz etkilerini olabildiğince azaltmak, yerel kültürü ve yerel geçim kaynaklarını korumak; bütün bunları yaparken sürdürülebilir pratiklere önem vermek ve çevreyi gözetmek arayışı neticesinde ortaya çıkan bu hareketi Honore, hızlının daima daha iyi olduğuna dair inancın yerini alan, “kültürel bir devrim” olarak tanımlar (Honore Web Sitesi).
“Hız” kavramı ve “hız”la beraberinde gelen tüketim, çevre sorunları, sağlıksız gıda, eşitsizlik, yoksulluk, kültürel değerlerin yitirilmesi gibi olgulara eleştirel bir yaklaşım getiren “yavaş hareketi”, her şeyi hareketin de sembolü olan bir salyangoz yavaşlığında değil, olması gereken hızda yapmayı ifade eder. Bununla birlikte dakikaları veya saati ölçmektense bu zamanı keyif verici hale getirmeyi önemser. Yavaş hareketinin felsefesi gıda, eğitim, moda ve seyahate kadar çeşitli alanlarda uygulanıyor.
Yavaş felsefesinin gündelik hayata yansıyan boyutlarına bakacak olursak Kundera (1997: 39) “yavaşlık” ile “hafıza” ve “hatırlama”; “hız” ile “unutma” arasında gizli bir ilişki olduğunu vurgular. Örneğin, “hızlı” meşgul, denetleyici, agresif, aceleci, analitik, stresli, sabırsız, aktif, nitelikten çok niceliğe önem veren anlamlarındayken; “yavaş” bunun tersine sakin, dikkatli, anlayışlı, yansıtıcı, niteliğe önem veren anlamlarında bir kavram olarak tanımlanır. Diğer bir deyişle “yavaşlık” insanlarla, kültürle, çalışma yaşamıyla, yiyecekle ve her şeyle gerçek ve anlamlı bağlar kurmak demektir (Honore, 2005: 15).
Yavaşlık bir değer olarak romantiklerden, transandantallardan* ve hippilerden beri en azından 200 yıldan bu yana savunuluyor olsa da “yavaş hareketi” bir akım olarak ilk defa yemek konusundan hareketle 1989’da Paris’te ortaya çıkmıştır. Yerel yemek kültürü ve geleneklerinin ortadan kaybolmasına engel olmak amacıyla İtalya’nın Bra kentinde kurulmak istenen fast food zincirine karşı bir grup gıda yazarı ve aşçı tarafından gösterilen tepki sonucu ortaya çıkmış olup, felsefesinin kentlere yayılması neticesinde ise “cittaslow” kavramı gelişmiştir.
Türkçe’ye “yavaş şehir” olarak çevrilen kavram, yavaş sözcüğüne yüklenen olumsuz anlamı bertaraf etmek için “sakin şehir” olarak da kullanılıyor. Temeli yavaş hareketine dayanmakla birlikte yukarda tartışılan konular ışığında ortaya çıkan “Cittaslow hareketi” 1999 yılında İtalya’nın Toskana Bölgesi’nde bulunan bir ilçe olan Greve in Chianti’nin Belediye Eski Başkanı Paolo Saturnini tarafından yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla kentlerin kendilerini değerlendirmeleri ve farklı bir kalkınma modeli ortaya koymaları fikrini ulusal boyuta taşıması amacıyla İtalya’da doğmuştur (Harvey, Mc Meekin ve Warde, 2004).
Sakin şehir hareketi hızlı yaşamın egemen olduğu modern dünyada daha iyi ve kaliteli bir yaşama kavuşmak için dengeyi öneren bir yaklaşımı ifade eder. Temel amacı üretimden, doğadan ve birbirlerinden kopartılmış bireylerin yaşamaktan zevk alacakları bir hızda yaşayacakları, birlikte sosyalleşecekleri bir sosyal yaşam; kendine yeten, alt yapı sorunu bulunmayan, kendi tarihine, gelenek ve göreneklerine sahip çıkan, kendi değerlerini yücelten, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan ve teknolojiden faydalanan sürdürülebilir bir kent yaşamı sunmaktır.
Türkiye dünyadaki sakin şehir hareketine 2009’da Seferihisar’ın bu unvanı alması ile dâhil olmuştur. Türkiye’de sakin şehir sayısı son yıllarda hızla artarak 2017 itibarıyla 13’e yükselmiştir. Bugün dünyada 30 ülkede 233 kent kriterlere uygunluğa göre bu unvanı almaya hak kazanmış olup, sakin şehir politikaları çerçevesince gelişimlerini devam ettiriyor.
Salyangoz ile karakterize olan “cittaslow amblemi” insanların doğaya ve insana saygılı bir mimaride huzur ve mutluluk içinde ve hayattan keyif alarak yaşadıkları bir yeri ifade eder. Betonarme binalarla dolu kentlerin ruhsuz ve donuk yapısına alternatif olarak sakin şehirler ruhu olan kentler olma hedefindedir. Unutulan tarihi-kültürel değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi yaşadığımız nesile ağır ağır taşıyarak geri kazandırmaya çalışan bir canlı salyangoz. Bu canlı, beraberinde getirdiği, tarihten gelen, kimliğimizi yansıtan bu unsurları hatırlatarak değerlerimizi bize yeniden hatırlatıyor. Yerel kimliği korumak ve yerele sahip çıkmanın önemini ve bunun bizim hayatımızda yaratacağı etkileri vurguluyor. Öz değerlerimizi ön plana çıkararak daha iyi ve kaliteli bir yaşamı, daha özgüvenli bir şekilde yaşamayı öneriyor. Ve işte bütün bunları bize anlatan ufak bir salyangoz oluyor.
Peki yavaşlamak için ne yapmalı? Şüphesiz hepimiz kendi yaşamlarımızda yavaşlamanın bir yolunu bulabiliriz. Bunun için hepimizin üzerinde düşünebileceği ve belki hayata geçirebileceği birçok şey olabilir. Bunun için ilk olarak gündelik yaşamımızı, rutinlerimizi gözden geçirmekle işe başlayalım. Ulaşım tercihlerimiz, alış-veriş alışkanlıklarımız üzerinde düşünelim. Nerelerde vakit geçirmekten, ne yapmaktan hoşlandığımızı ve serbest zamanlarımızı nasıl geçirdiğimizi sorgulayalım. Kendimizi eleştirelim.
Ulaşım için koşullara göre bisiklet veya toplu taşıma seçeneklerine yönelebiliriz; uçak yerine tren veya otobüs gibi daha düşük karbon emisyonu olan alternatifler tercih edebilir veya paylaşılan araçlar kullanabiliriz. Okuduğumuz kitapları, diğer insanlar da ulaşabilsin diye paylaşabiliriz. Bulunduğumuz mahallede evsel atıklar için geri dönüşüm kampanyası başlatabiliriz, ilçemizin bağlı bulunduğu belediyeden bu konuda destek isteyebiliriz. Gıda ve kullanılan eşyalar konusunda israfı önlemeye yönelik çalışmalara katılabiliriz. Fazla gıda ve eşyayı ihtiyaç sahipleri ile buluşturabiliriz. Gıda israfı konusunda ayrıca çeşitli kurumlarla iş birliği içinde çalışmak mümkün. Daha çok gönüllülük esası olan çalışmalara katılınabilir. Bu inandığınız herhangi bir konuda olabilir. Yavaş felsefesini kendi bireysel hayatlarımıza uyarlayarak belki de daha büyük bir bütünün parçası olarak katkı sağlayabiliriz. Dalga dalga yayılması ve ilham olması dileğiyle.
* Transandantal: Aşkınlık, görülen, bilinen, yaşanılan, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek, aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılmış sanat-edebiyat eserlerini nitelemek için kullanılan bir kavramdır.
KAYNAKLAR
Harvey, M. Mc Meekin, A., Warde, A. (2004) Qualities of Food (1st published). New York: Manchester University Press.
Honore, Carl (2005) “In Praise of Slowness”, Harper Collins E-Books.
Kundera, Milan (1997) “Slowness” Harper Perennial, ISBN 10: 0060928417 .
Petrini, Carlo ve Padovani, Gigi (2012) “Slow Food Devrimi”, Çev. Çağrı Ekiz, 2. Baskı, Sürdürülebilir Yaşam Kitapları, Sinek Sekiz, Yayınevi: Ankara.
Cittaslow Türkiye Resmi Web Sitesi. “Cittaslow Türkiye Kriterler”. http://cittaslowturkiye.org/cittaslow/, Son Erişim Tarihi: 28.10.2016.
Honore Web Sitesi, http://www.carlhonore.com/
Uluslararası Slow Food Web Sitesi, Hakkımızda “http://www.slowfood.com/about-us/”
Virilio, Paul (1998) Hız ve Politika, Çev. Meltem, Canseven, Metis Yayınları: İstanbul.
Bir cevap yazın