Seferi Keçi dergisine başarılar diliyorum. Umarım adına uygun bir biçimde inatla sürdürür yayın yaşamını. Zaman zaman bu köşeden söyleşeceğiz Seferi Keçi okurlarıyla. İlk yazımızın konusu: “Deliler”.
Köyün delileri saygın kişilerdir
Eskiler “her köyün bir delisi vardır” derler. Doğrudur. Köyün delileri saygın kişilerdir. Yabancılar değil belki ama, köyün sakinleri, kendi köylerinin delisine büyük saygı gösterirler.
Sanırım 1991 yılı başlarıydı, Zonguldak’taki büyük madenci yürüyüşüne katılmıştım; hani şu gözünü Ankara’ya dikip yollara düşen on binlerce baldırıçıplağın yürüyüşü. En önümüzde bir deli yürüyordu. Yerli yersiz bağırıp çağırıyor, bazen kendini dağlara vuruyor, bazen ağaçlara tırmanıyordu.
Yürüyüşün liderlerinden birkaçını tanıyordum. Onlara, bu delinin en önde yürümesine neden izin verdiklerini sordum. “Yürüyecek” dediler, “o bizdendir”. Sonra kısaca öyküsünü anlattılar. Meğer o deli bir zamanlar aklı başında bir adammış. Bir grizu patlamasında yanındaki bütün arkadaşları ölmüş, o kurtulmuş, ama o gün bugündür aklını yitirmiş. İşte bunun için “o bizdendir”. Sustum…
Üç gün sonra yürüyüş iktidarın barikatına toslayıp madenciler dönmek zorunda kaldığında, dönüş yolunda o deliyle tekrar karşılaştım. Yere kapaklanmış hüngür hüngür ağlıyordu. O sahne gözümün önünden gitmez. Bizim deli (üç günün sonunda artık ben de “bizim” diyebilirdim), hepimizin yapmak isteyip de yapamadığını yapabilme özgürlüğüne sahipti. Deliler bu anlamda özgürdürler ve saygın kişilerdir.
Devrimci bir partinin yöneticisi olan bir arkadaşımın da deliler üzerine teorileri vardı. Bir partideki deli sayısı ile partinin devrimciliği arasında doğru orantı olduğunu söylerdi. Rahmetli nüktedan adamdı, “Neden?” diye sorduğumda, “Yoksa ne işi var böyle bir partide, deli mi ne!” diye yanıt vermişti. Nur içinde yatsın, o da partideki deli oranını artıranlardandı; tabi aynı zamanda en saygın kişiler arasında önde gelendi.
An-süreç diyalektiği
Çok önceleri iki tane deli arkadaşım vardı. Daha doğrusu onlar ikisi arkadaştılar, ben de zaman zaman yanlarına gider onları gözlemlerdim. Yaşça benden büyüktüler; çömezleri sayılırdım, en azından delilik konusunda. Aslında biri delirmişti, diğeri ise çıldırmıştı; bunlar farklı durumlardır.
İkisi de felsefe mezunuydu. Felsefe ile delilik arasında bir ilişki kurduğum sanılmasın, tamamen tesadüftü. Ama felsefecinin delisi de farklı bir kategori oluyor doğrusu… Bir araya geldiklerinde ağır felsefe yaparlardı, pek bir şey anlamazdım.
Bir keresinde an-süreç ilişkisini tartıştıklarına şahit oldum. Uzun uzun söyleştiler, ama anlaşamadılar. Aslında genellikle anlaşırlar ve huzur bulurlardı. Ama bu kez anlaşamadılar. Tartışmanın epey ileri bir safhasında, çılgın olan birden ayağa kalktı, pencereye doğru koştu ve tam atlıyordu ki, diğeri onu kolundan yakaladı (nedense deliler çok seri ve çok güçlüdürler; acaba korkusuzluklarından ve kararlılıklarından mı?). Kalakalmıştım. “Atlama” dedi deli çılgına, “burası ikinci kat, ölmezsin, dama çık!”.
Ve sanki tartışma son buldu. Birer kitap aldılar, huzur içinde okumaya daldılar. Anlaşmışlardı. Meseleyi çözümlemişlerdi; anlayamayan bendim. “Sonuç?” diye soracak oldum. “An, zıtların mücadelesidir” dedi çılgın. “Süreç, zıtların birliğidir” dedi deli. “Peki, hangisi belirleyici, hangisi diğerini belirliyor?” diye sordum. Yanıt vermediler; daha doğrusu tavırlarından anladığım kadarıyla, galiba cahilliğime verdiler. Üsteleyemedim. Kafamda pis bir soru çıktım gittim.
Yıllar sonra duydum ki bu iki arkadaş bir gün çıkmışlar dama, el ele atlamışlar aşağıya. Bu acı olayı anımsadığımda nedense aklıma hep Galilei’nin Pisa kulesi deneyi gelir. Aynı anda düşmüşler yere… Biri çılgın, biri deli… Biri an, biri süreç… Biri kopar, biri tutar… Biri mücadele, biri birlik; iki zıt… Peki, hangisi belirleyici? Aynı anda düşmüşler yere, bizim gibi cahillere (pardon, akıllılara) inat!
Sayı delisi
Seferihisar’ın da bir delisi var mıdır? Bilemem, onu “köyün sakinleri” söyleyecek. Ama çevreye bu gözle bakıldığında eminim birçok deli saptanacaktır. Hem “köyün sakinleri”nden söz ediliyorsa, bir de “sakin olmayanlar” vardır demektir. Örneğin “yavaş şehir”de sakin sakin yaşarken, bir yerinden dürtülmüş gibi, basılı yayıncılık alanının bildik koşullarına rağmen bir dergi çıkarmaya kalkan Baha arkadaşımız “köyün delisi” olmaya adaydır diye düşünüyorum doğrusu…
Neyse… Şimdi gelelim birkaç yıl önce tanıdığım ilginç bir deliye: Sayı delisi.
Hali vakti yerinde bir adamdı, geçim derdi yoktu. Bir iş yapmazdı, babadan kalan yüklü bir miras sayesinde yaşadığı söylenirdi.
Deliydi, ama ilk bakışta deliliği anlaşılan delilerden değil… Normal bir günlük yaşamı vardı. Mahallenin kahvesinde çayını içer, yakın arkadaşlarıyla oyun oynar, sohbet ederdi. Siyaset sohbetlerini pek severdi, ama futboldan, TV dizilerinden söz etmekten de geri durmazdı. Pek sık olmasa da salaş meyhaneye uğradığı, iki tek attığı görülürdü. Herkes gibiydi yani…
Kimi kimsesi yoktu, yalnız yaşardı. Yalnız derken, evde yalnızdı; yoksa dostu, arkadaşı çoktu. Herkesi tanır, herkes de onu tanır ve severdi. Kimseye bir zararı yoktu, kendi halindeydi.
Adı bilinmezdi. Daha doğrusu onun adı 2’ydi. Bu adı biz takmamıştık, kendi söylemişti. Mahalleye geldiği ilk gün tanıştıklarına “ben 2’yim” demişti.
Önce espri yaptığını sanmıştık, ama sonra anladık ki herkese bir sayı uygun görüyor: 3, 8, 17, 55, 121… Herkesi bir sayı ile çağırıyordu. Örneğin kahveci 8’di. “8, bir sade kahve yapar mısın?” Mahallenin iri kıyım manavı 110’du, manavın eşi 69. Berber 55, çırağı ise 17’ydi. Ben 23’tüm.
Kimsenin adını, pardon numarasını unutmazdı. Örneğin mahallenin futbol takımını oluşturan gençleri anında sayardı: 27, 130, 44, 53, 42, 13… Tribünde maç seyrederken “44’ü çıkarıp 73’ü almak lazım, 16’ya söylesenize” diye yorum yapardı örneğin (hoca 16 idi).
Ama bir kere falso vermişti. Avukatın kızı Asuman 41’di. Kız üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek lisans için yurtdışına gitmiş, iki yıl sonra geri dönmüştü. Asuman’ı görür görmez, “hoş geldin 14” dedi. Hep birlikte bastık yaygarayı: “Asuman 41’di, nereden çıktı şimdi 14?” “Yoo” dedi gayet sakin, “bu kızımız 14”.
Açığını yakalamıştık işte 2’nin. Unutuyordu veya kafadan atıyordu… Bir deney yapmaya karar verdik. Üniversiteli bir delikanlı vardı, Hüseyin, sıkı devrimciydi. Okulda bir kavgaya karışmış, iki yıl içerde yatmıştı. Yeni tahliye olmuştu. Hüseyin’in numarası bizim deliye göre 37’ydi. “Dur bakalım” dedik, “Hüseyin’i gördüğünde ne diyecek?”. Kahvede karşılaştıklarında “geçmiş olsun 37” demez mi, mosmor olmuştuk.
Bir gün sahilde yakaladım onu, kaçarı yok, soracağım: “Güzel kardeşim” dedim, “Benim adım Ender, nereden çıktı 23? Hem neden 22 değil de 23? Neden ben 23’üm de kahveci Hasan 8? Nereden yumurtluyorsun bunları?”
Şaşkın şaşkın suratıma baktı: “Sen 23’sün, o da 8. Niye reddediyorsun ki?” Ya havle… Sanki biz hepimiz aptalız, apaçık bir gerçeği göremiyoruz, bir tek o görüyor…
Çözemiyorduk 2’yi. Ne 2’si yahu, deliyi…
Hepimiz asal sayıyız!
Bir akşam mahallenin devrimcileri kültür merkezinde oturuyoruz, sohbet ediyoruz. Konu konuyu açtı, geldi bizim sayı delisine. “Hadi” dedik, “herkes deli kodunu söylesin, ben 23’üm”.
Berber çırağı “ben 17’yim” dedi. “Sen kaçsın Deniz kızım?” “Ben 31’im Abi” dedi. Nalân 43, Uğur 13, Çağlar 47, Ahmet 79, Özer 29, Nazan 53, Ebru 19, Baha 67, Ogan 73, Suzan 61… Hepsini not ediyorum.
37 Hüseyin bir köşede kös kös oturuyor. Bu delikanlı Asuman’a yanıktı, kız da ona boş değildi yurtdışına gitmeden önce. “Asuman nerede Hüseyin, niye gelmedi?” diye sordum. “Abi o bozulmuş be, bırakmış bu işleri, benim de yüzüme bakmıyor artık…”
Not kâğıdımdaki sayılara bakıyorum: 23, 17, 31, 43, 13, 47, 79, 29, 53, 19, 67, 73, 61… Kafamda bir ışık çaktı. “Bir dakika” dedim, “bu Asuman kaçtı?”. “41’di Abi” dedi Hüseyin, “ama döndüğünde 14 dedi”.
“Arkadaşlar” diye bağırdım; öyle bağırmışım ki herkes yerinden hopladı: “Hepimiz asal sayıyız!”
“Birkaç ay önce bizim başkan gelmişti mahalleye, deli ona ne dedi?” “91” dedi Deniz, o hiçbir şeyi unutmaz. “91 mi? Ama 91 asal sayı değil ki, 13×7.” Yine tutmadı benim tez. Yoksa tuttu da, bizim başkan… Neyse…
Delimiz delirdi galiba…
Geçen ay bir kadın taşındı mahalleye. Orta yaşlı, çok alımlı bir kadın… Nörologmuş, bir üniversitede doçentmiş. Sinestezi uzmanı dediler. Sinestezinin ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz, ama bir arkadaş Bilim ve Gelecek diye bir dergide bu konuda bir yazı okuduğunu söyledi, biraz anlamış, bize anlatacak.
Bizim deli, nörolog hanımla karşılaştığında takıldı kaldı. Mırıldanmaya başladı: 314…
Dengesi bozuldu 2’nin, ortalıkta dolaşıp duruyor: 3141592…
Öbür gün nörolog hanımı yine gördüğünde: 31415926535…
Dün yine gördü onu: 314159265358979… Karar veremiyor bir türlü.
Delimiz delirdi galiba…
NOT: Bu arada, 2 de asal sayıdır.
Bir cevap yazın