11 Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen Fukuşima Daiichi nükleer felaketi, nükleer enerjinin tehlikelerini tüm dünyaya hatırlatan trajik bir olaydı. Deprem ve tsunami sonrası santralde yaşanan soğutma sistemi arızası, radyoaktif maddelerin çevreye yayılmasına ve bölgede büyük bir yıkıma yol açmıştı.
Felaketin üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen, Fukuşima’nın etkileri hâlâ devam ediyor. Bölgedeki halk radyasyon kirliliğinin etkileriyle mücadele ediyor ve birçok insan evlerine dönemiyor. Nükleer atıkların güvenli bir şekilde depolanması da çözülememiş bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Fukuşima bize nükleer enerjinin risklerinin asla göz ardı edilemeyeceğini gösteriyor. Bu felaket, nükleer santrallerin deprem ve tsunami gibi doğal afetlere karşı ne kadar savunmasız olduğunu da ortaya koydu.
Dünya genelinde bir yandan nükleer enerjiden uzaklaşma ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme eğilimi olsa da, dünyada ve Türkiye’de sermaye sınıfının nükleer ısrarı devam ediyor.
Bu tehlikeye dikkat çeken Ege Çevre ve Kültür Platformu EGEÇEP, ABD öncülüğünde ülkelerin fosil yakıt kullanımını azaltma bahanesiyle “nükleer enerjiyi üç katına çıkarma deklarasyonu” imzaladığını, AKP iktidarının da buna paralel olarak Akkuyu’dan sonra İnceburun ve İğneada’da faaliyete geçirmeye çalıştığı santrallerle, ülkeyi sonu çok kötü bitebilecek bir nükleer maceraya sürüklemeye devam ettiğini belirtiyor.
EGEÇEP Gaziemir’deki nükleer tehdide dikkat çekti
Ege Çevre ve Kültür Platformu ayrıca Türkiye’de güncel bir nükleer tehdit olarak, İzmir Gaziemir’deki nükleer atıklara işaret ediyor. EGEÇEP’in açıklamasına göre İzmir’in metropol ilçeleri Gaziemir ve Karabağlar sınırı içinde, yoğun yerleşim, alışveriş merkezi, semt garajı ve okulların olduğu bölgede 14 yıldır varlığı bilinen, Eu 152 izotopu içeren radyoaktif atıklar ve radyoaktif bulaşıklı tehlikeli atıklar halen yerinde duruyor ve tehlike saçmaya devam ediyor. Bu atıkların nasıl bertaraf edileceği konusunda belirsizlik sürerken, şimdiye dek bu atıkların nereden, hangi yollardan, kimin tarafından getirildiği konusunda da bir soruşturma yapılmış değil. EGEÇEP yasadışı nükleer atık ticaretinin bilinen bir örneği olan İzmir’deki atıklara çözüm bulamayan AKP-MHP iktidarının girdiği nükleer santral macerasının, ekolojik ve toplumsal yıkıma davetiye çıkarmak olduğunu kaydediyor.
EGEÇEP’in de bileşeni olduğu Nükleer Karşıtı Platform’un nükleer tehlikeyle ilgili basın açıklaması şöyle:
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BASIN AÇIKLAMASI
NÜKLEER SANTRAL ISRARI BİTSİN! YENİ FELAKETLER YAŞANMASIN!
Takvimler 11 Mart 2011 tarihini gösterdiğinde, Japonya’da meydana gelen şiddetli deprem ve ardından oluşan tsunami ile Fukuşima Daiichi Nükleer Santralı’nda dünyanın en büyük nükleer felaketlerden biri yaşanmıştır. Radyoaktif madde; rüzgâra, toprağa ve suya karışmış, çevre ve insan sağlığı üzerinde yıkıcı etkiler bırakmıştır. Aradan geçen 13 yılda, radyoaktif maddelerin yayılımına hala bir çözüm bulunamaması tüm dünyayı endişe içinde bırakmıştır.
Japonya’da şiddetli depremle oluşan tsunami Fukuşima Nükleer Santralı’nın soğutma sistemine zarar vermiş, çekirdek erimesi olan reaktörlerin soğutulması için tonlarca su kullanılmıştır. Santralde biriken radyoaktif su kademeli olarak Pasifik Okyanusu’na boşaltılmaya başlanmış, tahliye işlemi devam ederken yaklaşık 5,5 ton kirli su toprağa sızmıştır. Felaket zinciri, nükleer santrallerin barındırdığı ciddi riskleri gözler önüne sermiştir.
Japonya’da nükleer santralın elektrik üretimindeki payı yüzde 30 iken bu oran facia sonrası yüzde 6’ya gerilemiş; etkili lobi çalışmalarına rağmen, nükleer endüstrisi bir daha toparlanamamıştır.
Çernobil ve Fukuşima nükleer santral kazaları sonrası kimi ülkeler nükleer santralleri terk etmiştir. Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu Aralık 2023 verileri; 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santrallerin payının 2022’de yüzde 9,2’ye gerilediğini ortaya koymuştur. Ancak; Jeopolitik gerilimlerin artması, Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte yaşanan enerji krizi, enerji güvenliğini önceleyen politikalarla çevreci yaklaşımlardan yeniden uzaklaşan kimi ülkeleri nükleer santrallere yöneltmiştir.
Nükleer endüstri pazarlayan güçlerin etkisinde kalan AKP iktidarı ise ülkemizi adım adım nükleer maceraya sürüklemektedir. Enerji talebi ve savunma ihtiyacı gerekçesiyle; olası bir kaza, saldırı ya da doğal afetler karşısında vahim sonuçları olan, atık sorunu çözülemeyen nükleer santrallere sahip olmak için tüm imkânları seferber etmiştir.
Bilindiği gibi; zemin çatlakları, su baskınları, işçi ölümleri, salgın hastalıklar ve Japonya gibi ciddi deprem riskine rağmen, antidemokratik biçimde Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) inşaatına devam etmiştir. İlk nükleer yakıt ülke sınırlarımıza sokarak Santrala “nükleer tesis” statüsü kazandırmıştır.
Sinop’ta yapılacak ikinci nükleer santral için Rusya ve Güney Kore’yle, Kırklareli’nde yapılacak üçüncü nükleer santral için ise Çin’le görüşmeler yapılmıştır. Küçük modüler reaktörlere yönelik temaslarda bulunulduğu, hatta daha da ileri gidilerek dördüncü bir nükleer santrala yönelik saha araştırmalarının da devam ettiği duyurulmuştur.
Neoliberal politikalarıyla toplumsal ve çevresel maliyetlerine karşın yerli ve yabancı şirketlerin kârları uğruna; Akkuyu’dan Kazdağları’na, Akbelen’den Hanönü’ne, Gaziemir’den Durağan’a topraklarımızı; enerji, madencilik, inşaat sektörlerinin talan ve sömürüye açan siyasi iktidar, 22 yıllık iktidarı boyunca ölümcül riskler getiren politik tercihleri ile ülkemizi adeta bir cehenneme dönüştürmüştür.
Erzincan İliç Çöpler altın madeninde yaşanan katliam, tüm halkımıza doğanın ve canlıların yaşamlarının sermaye karşısında ne kadar önemsiz olduğunu en acı şekilde gözler önüne sermiştir. Deprem bölgesinde faaliyete giren, kapasite artırımı izni verilerek siyanürlü boruların patlamasıyla ölüm saçan madende, göz göre göre gelen faciaya neden olan ihmaller zinciri, daha nükleer santral devreye girmeden “ikinci Çernobil” vakası olarak tarihe geçmiştir. Tonlarca siyanür ve sülfürik asit doğaya zehir saçmıştır.
Ülkemizde elektrik enerjisi alanında arz fazlası olduğu bilinmektedir. Siyasi iktidarın mevcut kaynaklarımız düşünüldüğünde nükleer santralleri tercih etmemesi için çokça neden olmasına rağmen; kendi topraklarımız üzerinde başka bir ülkeye nükleer santral kurdurarak işletme yetkisi vermesi, toplumun tamamını ilgilendiren santral yatırımları konusunda son dönemde yürüttüğü gizli görüşmeler, pahalı elektrik üretimi sağlayacak, enerji alanında bağımlı olduğumuz Rusya’ya ülkemizi daha da bağımlı kılması anlaşılır değildir.
Mersin Akkuyu’da, Sinop İnceburun’da ve Kırklareli İğneada’da faaliyete geçirilmeye çalışılan nükleer santrallerin Çernobil ve Fukuşima gibi olmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Ülkemizi enerji alanında bir üst lige taşıyacağı inancı ile toplumun sağlıklı ve huzurlu yaşama hakkını elinden alınarak nükleer santral projeleri hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Siyasi iktidarın desteği ile nükleer enerji şirketi Rosatom tarafından kamuoyunu duyarsızlaştırmak, nükleer karşıtı mücadeleyi zayıflatmak adına Sinop NGS projesine ilişkin yapılan açıklamalara ise itibar edilmemelidir.
Nükleer santrallerin barındırdığı ciddi riskler unutulmamalı, enerji ve iklim sorununu çözecek; en temiz, en güvenilir araçmış gibi bir yanılgıya düşülmemelidir.
Nükleer santrallerin, emperyalist ülkelerce nükleer pazarın genişlemesi için karlı bir sömürü aracı olduğu görülmelidir. Bu vesile ile Belçika’da, 21-22 Mart 2024 tarihinde; “nükleer enerjinin küresel zorluklarla başa çıkmada fosil yakıt kullanımını azaltmak, enerji güvenliğini artırmak ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmek” amacıyla taşıdığı öneme dikkat çekmek için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından 30 ülkenin katılımı ile düzenlenecek “Nükleer Enerji Zirvesi”ni ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (COP28) kapsamında ABD öncülüğünde 22 ülkenin “Nükleer Enerjiyi Üç Katına Çıkarma Deklarasyonu” imzalamasını kınıyoruz. Nükleer santral kazalarının yarattığı felaketler ile mücadele sürerken, nükleer endüstriye yönelik ilgiyi yeniden canlandırmak adına verilen çabayı emperyalizmin çürümüş düzenin bir parçası olarak görüyoruz.
31 Mart seçimlerine sayılı günler kala yukarıda belirtilen başlıklara ilaveten; ülkemizin tamamını ilgilendiren nükleer santralleri ve nükleer silahlara karşı, tüm belediye başkan adayları ve meclis üyelerini nükleere karşı mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
Nükleer endüstri tekellerini memnun etmek için ülke geleceği ipotek edilerek, politik tercihler sonucu nükleer santralleri hayata geçirilmektedir. Sahte enerji krizleriyle kamuoyunun yanıltılmasından artık vazgeçilmeli, kamu yararı bulunmayan Akkuyu NGS başta olmak üzere nükleer santral projeleri acilen durdurulmalıdır. Madenlerimizin yağmasına da son verilerek işletmeler kapatılmalı, ülke kaynakları toplumun öncelikli ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda kullanılmalıdır.
Nükleere İnat Yaşasın Hayat!
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BİLEŞENLERİ
11 Mart 2024
Bir cevap yazın