UNICEF dünyada açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya olan 8 milyon çocuk olduğunu, her beş saniyede bir çocuğun açlıktan öldüğünü söylüyor. Türkiye’de ise 2020 yılında “ciddi maddi yoksunluk içinde olan” çocukların oranı yüzde 34’e çıkmış durumda. Türkiye bu oranla Avrupa’da en yüksek çocuk yoksulluğu oranına sahip iki ülkeden biri. Öte yanda gelişmiş ülkeler de dahil 161 ülkede okul beslenme programları uygulanıyor. Türkiye’de bu dönemin başında devletin öğrencilere ücretsiz bir öğün yemek sağlaması yönünde CHP’nin Meclis’e verdiği önerge AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmişti. Çocuklarımız derinden etkileyen yoksulluğu ve açlığı, bu alanda uzun yıllardır çalışma yürüten CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo’ya sorduk.
– Sorması bile ağır gelen bir soruyla başlayalım. Çocuklarımız aç mı? Siz yoksul mahallelerde sokak sokak geziyorsunuz, araştırmaların anketlerin söyledikleri bir yana, ne görüyorsunuz?
– Hacer Foggo: Uzun yıllardır yoksulluk üzerine çalışıyorum, biliyorsunuz. Gördüğüm şey, gittikçe yoksulluğun derinleştiği bir tablo. Pandemiyle birlikte yoksulluk açlığa evrildi. Pandemi bitecek ve her şey normale dönecek diye düşünülüyordu. Ama kriz derinleştikçe açlığa dönüştü ve bu kalıcı hale geldi. Açlık deyince insanlar bütün gün aç kalma hali gibi düşünüyor ama açlık aslında yetersiz, dengesiz ve sağlıksız beslenme anlamına geliyor. Bütün gününü sadece patatesle geçiren, sadece makarna yiyen aileler var. Açlık, ne bulursanız onu yemek aslında. Üç öğünden iki öğüne, iki öğünden tek öğüne düşülmesi… Kadınların çeşit çeşit stratejiler uygulamak zorunda kalması, çocukları geç kaldırıyorum ki kahvaltıyı geç yapsınlar demesi, okula gönderirken iki dilim ekmek koyuyorum ki akşama kadar idare etsin demesi… Şimdi böyle bir dönemdeyiz.
Dün bu sadece en yoksul, güvencesiz ve günlük çalışan ailelerle ilgiliydi. Ama kriz çalışan yoksulluğu diye bir şeyi ortaya çıkardı. Evet eskiden de çok iyi durumda değillerdi fakat şimdi düzenli bir işte çalışan ama yine de yeterli gıdaya erişemeyen çok fazla aile var.
Bir fabrika işçisini düşünün. İstanbul’da kira olarak geçen yıl iki bin lira veriyorsa şu anda inanın en az altı bin lira veriyordur. Daha ucuza ev bulmaya çalışıyor, daha kenar semtlere yöneliyor, bu sefer ulaşım masrafları büyüyor… Şimdilerde birçok insan bunu yaşıyor. Dün düzenli bir işte çalıştığı için kendini bir nebze şanslı hisseden aileler için, artık yarına aktaracakları bir sürekliliğin güvencesi yok.
Benim şimdilerde sokaklarda, mahallelerde gördüğüm şey insanların sürekli temel ihtiyaçlarını konuşuyor hale gelmesi, bunu düşünmesi. İnsanlar beslenme giderlerini kısıyor. Sürekli hangisi ucuz, onu mu alayım, bunu mu alayım diye düşünüyor. Bütün bunlar aynı zamanda sağlıksız beslenmeyi, tokluk hissi vermekten başka faydası olmayan katkılı gıdalara yönelmeyi de beraberinde getiriyor.
Yeni yılını kutlamak için bebeği olan bir anneyi aramıştım. Bana “Hacer abla, duydun mu 250 gram bebek maması 35 lira olmuş” dedi. Bunu bir tweette yazdım. Bazı insanlar “hazır mama zaten sağlıksız” gibi yorumlar yaptı. Bunu bilmiyor muyum? Ama insanlar artık sağlıklı olanı, besleyici olanı düşünmüyor. Mamayı kesip hazır çorba vermeye başlıyor. Anneler yetersiz besleniyor, sütü kesiliyor. Bunların hepsi birbirine paralel şeyler. Yani evet, çocuklarımız aç büyüyor, bir nesil sağlıksız geliyor…
– Bunun sonuçları ne, bu sonuçlar giderek ortaya çıkmaya, gözle görülür hâle gelmeye başladı mı?
– Bütün araştırmalar gösteriyor ki bir anne yetersiz beslenmişse ve çocukta bu yetersiz beslenme devam ediyorsa gelişim geriliği, mental bozukluklar ortaya çıkıyor. İleride öğrenme güçlüğü olabiliyor. Ve ne yazık ki artık bu sonuçları gözlemeye başladık.
Gerçekten şeffaf bir ülkede yaşıyor olsaydık, elimizde çocuklar ve bebeklerle ilgili veriler olurdu, aile sağlığı merkezlerine gelen çocukların boyunu, kilosunu gösteren verilere ulaşabilirdik. O zaman bu açlık durumunun ne kadar korkunç boyutlara ulaştığını daha net görebilirdik. Bu da bizim için bir sorun. Bu verilere sahip olsak ve tabloyu daha net şekilde açığa çıkartsak, kalıcı sonuçlar doğmadan önleyici tedbirler alınabilir.
Çünkü durumun vahameti şeffaf bir şekilde ortaya konulsa bence herkes bu vahim sonuçlar için seferber olabilirdi. En başta devletin kendisi seferber olmalı tabii. Ama zaten her şey açık ve şeffaf olsaydı, başta yapılması gereken şey yoksulluk politikasının tamamen değişmesi ve insan hakları temelli bir politika haline getirilmesi olurdu. Şimdiyse bulunduğumuz noktada acil olarak bu açlığı ve yoksulluğu önleyici adımlar atılmazsa, beş on yıl sonra bu çocuklar karşımıza sağlıksız, işsiz, yoksul bir nesil olarak karşımıza çıkacak. Ve bu çocuklar bizim geleceğimiz.
– İlkokul çağında bir çocuğun sağlıklı beslenmesinin günlük ekonomik maliyeti ne? Böyle bir hesap var mı?
– Benim kesin bir şey söylemem doğru olmaz. Diyetisyenlerin, gıda konusunda uzmanların, çocuk doktorlarının içerisinde olduğu bir çalışmayla hesaplanmalı bu. Çocuklar nasıl bir besin çeşitliliğiyle ne kadar kalori almalı, bunun maliyeti nedir gibi bir hesap yapılmalı. Her çocuğun gelişim durumuna göre alacağı besin de farklı olabilir. Sağlık Bakanlığı’nın da çocukların nasıl beslenmesi gerektiğine dair bir çalışması var. Ama kabaca bir tahmin yürütmem gerekirse, okul beslenmesi olarak sağlıklı bir beslenme 50-60 liraya mal olabilir diyelim. Hadi birkaç şey eksilttiğiniz zaman 30 lira belki. Beylikdüzü Belediyesi’nin okul beslenme desteğini örnek verebilirim. Bir sandviç ya da peynir, simit, muz veya elma. İşte bu kadarcık şey aslında 30-40 liraya mal oluyordu.
– Şunun için sormuştum aslında. Bu kadar insani, toplumsal ve geleceğimiz açısından bu kadar yıkıcı sonuçları olan bir sorundan bahsediyoruz. Çözümü için bir adım atmak çok mu maliyetli, devletin oraya buraya aktardığı dev bütçelerle kıyaslandığında?
– Tabii ki değil. Bu yapılabilir ve sosyal devletin asgari gereği bu. Okul yemeği programları pek çok ülkede uygulanıyor zaten. Bir de şu boyutu var üstelik. UNICEF’in beslenme programlarıyla ilgili yaptığı araştırmalar var. Diyor ki, siz bir çocuk için belki bir euro harcayacaksınız. Ama bu size ileride dokuz euro olarak geri dönecek.
Okul beslenme programlarıyla kız çocuklarında kansızlık, yüzde yirmi oranında azalıyor mesela. Bu ne demek? O çocuğun ileride daha sağlıklı bir yetişkin olması, daha az doktora gitmesi, daha sağlıklı bir bebek dünyaya getirmesi… Sosyal devlet dediğin işte bütün bunları hesaplıyor.
Yine UNICEF’in raporundan aktarayım. Okul beslenmesi sayesinde okul terkleri yüzde 9 azalıyor. Çocuğun okul terkini önlemeniz aynı zamanda yoksulluk döngüsünün içinden çıkma şansını da artırmanız demektir. Bu bir sosyal yatırım aynı zamanda. Belki o yoksulluk döngüsünün kırılmasıyla, on yıl sonra sosyal yardım vermek durumunda olduğunuz aile sayısı azalacak. Daha az sağlık gideri olacak.
Birleşmiş Milletler Özel Rapörtürü’nün yoksullukla ilgili son raporunda, yoksulluk içinde büyüyen bir çocuk eğer 30 yaşına kadar yoksulsa, ömür boyu yoksul olma riski çok fazla diyor. Eğitim bu döngüden çıkmak için hâlâ bir şans. Ama beslenme sorunu yüzünden daha erken çocukluk eğitimi sırasında bu sekteye uğruyorsa, yoksulluk döngüsü devam edip gidiyor.
– Devredilen yoksulluk dediğiniz şey bu mu, yoksulluğun kuşaktan kuşağa ağırlaşarak devam etmesi?
– Evet, tam olarak bu. Mesela şimdi mesleki eğitim merkezleri var. Pek çok aile ekonomik kriz nedeniyle çocuklarını ortaokuldan alıp bu merkezlere gönderiyor. Çocuk orada dört gün çalışıyor, bir gün eğitim görüyor. Nerede çalışıyor? Milli Eğitim Bakanlığı’nın protokol imzaladığı şirketlerde, bir zincir markette ya da bir fabrikada, otelde… Çocuk orada asgari ücretin üçte biri kadar para alıyor. Devlet olarak siz aslında eğitime, yoksulluğa bir çözüm getirmiş olmuyorsunuz, Köfteci Yusuf’a ya da başka bir şirkete ucuz çocuk işçi sağlıyorsunuz.
Çocuk da aileye katkıda bulunmak için orada başına ne gelirse gelsin devam ediyor. Bu bir eğitim değil aslında. O çocuğu bir çocuk işçi olarak yoksulluk döngüsünün içerisine mahkûm ediyorsun. Üniversiteye gitme, yeni imkanlarla daha iyi bir hayata kavuşma hayalini tamamen ortadan kaldırıyorsun. Zaten üniversitelileri ve üniversite mezunlarını da yoksul ve yoksun bir hâle getirmişsin. Çocuk onu da görüyor, okusam ne olacak ki diyor.
– Yoksulluktan kurtulma hayallerinden bile yoksun olmak, sözünü ettiğiniz derin yoksulluk hâli, öyle değil mi?
– Ben artık bir eve ziyaret gittiğimde çocuğa büyüyünce ne olacaksın sorusunu sormuyorum. Uzun zamandır böyle. Çünkü eve düzgün gıda girmiyor. Düzgün gıda girmeyen, giyecek girmeyen, çocuğun neredeyse aç bitap dolaştığı, okul beslenmesinin falan olmadığı bir evde, “büyüyünce ne olacaksın?” diye nasıl sorabilirim ki?..
Geçenlerde gündelik çalışan bir kadına sormuştum, “okutacak mısın kızı?” diye. “Çok istiyorum ama bilmiyorum” diyor. Evet, gerçekten bilmiyor. Kendi yarınını göremiyor çünkü. O mahallede, o evde ne kadar zaman oturacağını bilmiyor. Belki iş için, belki daha ucuza bir ev bulmak zorunda kaldığı için taşınacak. Çocuk da onunla birlikte tabii. Belki oradaki okula kaydedecek belki etmeyecek. Biraz büyüsün de bir konfeksiyon atölyesine vereyim diyecek ya da benimle kâğıt toplamaya gel diyecek. Eskiden çocukları için birinci sıraya eğitimi koyan ailelerde bile şimdi eğitim arka sıralarda.
Zaten bir evde hep yoksulluk, kira, fatura konuşulduğu zaman, kitabını da alamadık, beslenme de koyamadık diye anlatıldığı zaman, çocuk da okumak istemiyor. Kendisini bir yükmüş gibi görüyor. Ben de çalışayım, bir katkıda bulunayım, en azından benim yükümden kurtulsunlar diyor.
Yedi sekiz yaşındayken tanıdığım çocuklar var, bugün anne babalarıyla aynı işi yapıyorlar. Bebekleri, çocukları var ve yaşam şartları daha kötü. Benim gözlediğim devredilen yoksulluk işte bu.
– Yoksullukla ilgili çalışmalarınız çok önceye uzanıyor. Son olarak pandemi döneminde Derin Yoksulluk Ağı’yla çok etkili faaliyetler gerçekleştirmiştiniz. Şimdi CHP’nin Yoksulluk Dayanışma Ofisi’ndesiniz. Bu hangi ihtiyaçtan ortaya çıktı, çalışmalarınıza nasıl bir katkısı oldu?
– 2021 yılında Derin Yoksulluk Ağı’ndan ayrıldım, CHP’de Yoksulluk Dayanışma Ofisi’ni kurduk ve bütün Türkiye’de çalışmaya başladım arkadaşlarımla. Katkısı şöyle oldu. Benim ve şu anda birlikte çalıştığım arkadaşlarımın çok fazla saha tecrübesi var. Yıllarca bu yoksul/yoksun mahallelerde çalıştık, çocuklara ve kadınlara yönelik merkezler kurduk, sorunu anlamaya ve bir şeyler yapmaya çalıştık. Ama bütün bunların aslında bir politika haline dönüştürülmesi gerekiyor. CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi’nin de de yaptığımız şey de tam bu.
Biz Genel Başkanımız sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na her hafta sahadan rapor gönderiyoruz. Örneğin okullarda sosyal hizmet uzmanlarıyla ilgili bir çalışma yapmıştık. Okullarda artan şiddet olaylarına çok fazla rastlıyorsunuzdur, geçenlerde paylaşılan bir videoyla bunun ne korkunç boyuta ulaşabileceğini gördü herkes. Mesela o okulda bir rehberlik öğretmeni bile yokmuş. Ya da Eskişehir’de yetersiz beslenme ve bakımsızlık nedeniyle kaybettiğimiz çocuğu düşünün bir. Aynı nedenle tedavi gören iki de abisi var. Çocuklar aylardır okula gitmiyor, soran yok. Ancak ölüp gittikten sonra…
Okullarda hem risk altındaki çocukları tespit eden, hem de o çocukların ailelerini takip eden, o ailede ne olup ne olmadığını bilen, varsa bir istismar ihtimalini gören sosyal hizmet uzmanlarına bu yüzden ihtiyaç var.
Biz tespit ettiğimiz bu tür sorunları, ihtiyaçları Genel Merkeze aktarıyoruz. CHP zaten yıllardır bu alanda güvencesizlerle, yoksullarla, işçilerle ya da uyuşturucuyla ilgili çalışma yapıyor. Bizim sahadan gözlemlerimiz ve tecrübelerimize dayanarak kattıklarımızla birlikte ortaya çıkan tüm veriler, böylelikle bir politikanın kaynağı oluyor.
Yoksulluğu sadece gelir üzerinden değil, o hanedeki her bireyin yoksulluğu ve yoksunluğu üzerinden ölçen, çok katmanlı ve hak temelli bir politika olmalı tabii bu. Aynı zamanda insan hakları temelli, çocuk hakları temelli, kadın hakları temelli bir politika.
– Bu politikanın en son bütünlüklü bir ifadesi de Aile Destekleri Sigortası oldu sanırım.
– Evet öyle. Yoksulluk karşısında korunmanın temel bir vatandaşlık hakkı olduğu düşüncesine dayanıyor bu. Çeşitli sosyal yardımların toplamı gibi bir şey değil yani.
Vizyon konuşmasında da söylemiştim. Bu sosyal yardımlarla ilgili benim yıllardır sahada gözlemlediğim, insanlardan dinlediğim şey şu. O kapıdan, o kapıyı giden kadınlar var. Kaymakamdan kömür almak için bir yere, soba almak için bir yere, belediyeden gıda yardımı için bir yere, oğlu askerdeyse başka bir yere… Sürekli bir yerlere telefon ediyor, para yattı mı yatmadı mı diye. Düşünsenize, bunun kendisi bile başlı başına bir travma.
Üstelik bu sosyal yardımların aileyi ayakta tutacak bir boyutu da yok. O kadar cüzi ki, öğrenci yardımı 50-60 lira mesela. 300 oradan 500 oradan, insanları yarı aç yarı tok tutan bir sosyal yardım bugünkü.
CHP iktidara geldiğinde bu yardımları kaldıracak diye bir önyargı var. Böyle bir şey yok. Aile Destekleri Sigortası programı her şeyden önce bu kapı kapı dolaşmaları ortadan kaldıracak. Bütün yardımları bir çatı altında toplayacak ve daha erişilebilir kılacak.
Sosyal hizmet uzmanlarının yaptığı incelemeyle o aileyi ayakta tutabilecek miktar belirlenecek ve bu kadına verilecek. Bu da çok önemli. Kadın böylece ekonomik olarak kendisini iyi hissedecek, özgürleşecek ama aynı zamanda aileyi güçlendirecek.
Diğer bir önemli nokta da, o ailedeki genç bireyin kamuda ya da özel sektörde öncelikli istihdamı sağlanacak. Yani genç birey güçlendirilecek. İstihdamda öncelik yoksulluk riski altında yaşayanlarda olacak.
Bütünlüklü bir politika üretmek için yoksulluğu katmanlı ve çok boyutlu bir sorun olarak görmek gerekiyor. O hanede yalnız bir anne varsa onun yoksulluğunun daha katmanlı olduğunu, yaşlı ve bakım gereksinimi olan bir birey varsa, engelli bir çocuk varsa ya da o evde sistematik bir şiddet yaşanıyorsa yoksulluğun orada başka boyutlarda ve katmanlı olarak yaşandığını görüp ona göre destekte bulunmak gerekiyor.
Okullarda ve aile sağlığı merkezlerinde birer sosyal hizmet uzmanı olmalı derken ve ilk etapta 25 bin sosyal hizmet uzmanının atamasını yapacağımızı söylerken, aslında böyle bir ihtiyaca işaret ediyoruz.
O zaman Eskişehir’de ölen bebeğin durumunu biz önceden görmüş olacağız. Şiddet gören bir kadını önceden görmüş olacağız. Farklı hanelerde yoksulluğun değişik yüzlerini tespit edip, ona göre bir destek sunabileceğiz.
Bakımsızlığa terk edilen, sağlığı bozulan, ölen, istismara ya da ihmale uğrayan bir çocuk, öncelikle o ailedeki halanın, dayının falan değil kamunun problemi aslında. O bilinçle bir politika oluşturmak gerekiyor. Yoksa Eskişehir’de olduğu gibi koskoca Bakanlık bize ve medyaya çocuğun halasını tartıştırıyor. Halbuki orada onu ihmal eden aslında kamunun kendisi. Okul, karakol, Aile Bakanlığı, Sosyal Hizmetler, muhtar, hepsi o eve gitmiş ve kapıdan geri dönmüş. Biz ne yaptık, halayı sadece sorumlu tuttuk. Evet, birey olarak sorumlu belki ama o çocuğun sorumluluğu aslında kamuya aitti. Böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Bir de şu çok önemli. Bu sosyal yardımlar insanları köleleştirmemeli, biat etmeye zorlamamalı. AKP’nin yaptığı şey bu. Aileyi, yoksulları baskı altına alıyor böylece. O kadar ki sosyal hizmet uzmanları Tayyip Erdoğan’ın mektubunu dağıtıyor mahallelerde. Bir sosyal yardım sistemi, bugün AKP’ye olduğu gibi yarın da CHP’ye biat etmeye zorlamamalı. Aksine özgürleştirmeli.
Aile Destekleri Sigortası doğrultusunda destek alan kadın bu benim hakkım diyebilmeli. Parasını çekmeye giderken hakkımı almaya geldim diye düşünebilmeli. Şu ya da bu partiden bağımsız, sosyal devletin sağlamakla sorumlu olduğu bir şey olduğunda bunlar birer sosyal hakka dönüşüyor zaten.
Bir de tabii yoksulluk içinde yaşayan insanların bu politikaların içerisinde olması gerekiyor. Yani birlikte oluşturmamız gerekiyor. Çünkü ben bir engelli annesi kadar engellilik sorununu bilemem. Hastane kapısında başına ne geliyor, okula gittiği zaman başına ne geliyor, kaldırımda çocuğuyla birlikte yürüdüğü zaman, metroya bindiği zaman başına ne geliyor? Ne yaşadığını ve nasıl olması gerektiğini en iyi bilen odur ve onun da bu politika oluşturma sürecine katılımını sağlamak gerekiyor.
– Sorunun esas çözümü için bütünlüklü bir sosyal devlet politikasının altını çiziyorsunuz. Bir yanda da toplumun dayanışması, yerel yönetimlerin geliştirdiği bazı sosyal dayanışma uygulamaları var. Bunlar için ne diyorsunuz?
– Bugünden bir şey yapmak gerekiyor ve dayanışma bunun için önemli ve her zaman olmalı. Bunun da çok boyutu var. Bir hayırseverlik gibi, kendi vicdanını rahatlatacak, yaptığı küçücük bir yardımı fotoğraflar paylaşıp insanların gözüne sokacak bir şeyden bahsetmiyorum. Bu dayanışma değil.
Bir kere şunu kabul etmeliyiz. Hepimiz kötü bir süreç yaşıyoruz. Herkes yoksullaştı, dünkü yaşam düzeyine göre birkaç basamak indi. Dayanışma bu kötü süreçleri atlatmak için, bunun karşısında birbirimizin yanında olmak, el uzatmak için. Bu hayırseverlikten farklı bir şey.
Bazen sadece dinlemek bile olabilir bu. Yoksulluk meselesi o kadar ağır ve o kadar karmaşık ki ergenlerde yoksulluk, yalnız annenin yoksulluğu, üniversite öğrencilerindeki yoksulluk, hepsi birbirinden farklı. Öyle öğrenciler var ki cebinde akbili yok, cebinde o gün yemek yiyecek parası yok. Bunu en yakın arkadaşına dahi söyleyemiyor. Yoksulluğun böyle boyutları da var, utanç boyutu, damgalanma boyutu, yaşadığı yer yüzünden etiketlenme boyutu. Üniversite öğrencileriyle bir toplantımızda söylemiştim bunu. Dayanışma için ne yapabiliriz diye sordular, birbirinizi dinleyin mesela dedim. Maddi olarak verecek bir şeyiniz olmasa bile sadece dinleyin, sosyal haklar için bir şeyler yapmaya çalışın. Bu da bir dayanışma.
Bunun dışında dayanışmanın her boyutu önemli. Belediyelerin imkanları ölçüsünde yapmaya çalıştığı destekler de öyle. Aslında yerel ölçekte daha fazla şey yapılabileceğini de düşünüyorum. Herkes büyük siyasete ve büyük çözümlere bakıyor. Bunu anlatıyor. Tamam, bir siyasi çalışma açısından bu önemli. Ama bir mahallede bir haneye girdiğinizde önce o kadını dinlemek, onun anlatacağı sorunlara kulak vermek gerekiyor. Benim sahadaki tecrübelerimden edindiğim şey bu. Belki sana 20 sorundan bahsedecek ve 19’u için senin yapabilecek hiçbir şeyin yok. Ama yerel imkanlarla, dayanışmayla çözebileceğin bir tane muhakkak çıkar ve kadın o zaman der, bu beni anlıyor, gerçekten benim yanımda.
Kısacası siz yoksulluğu önlemek, azaltmak ve sonunda yok etmek için yola çıkmışsanız insanların gerçekten ne yaşadığını, ne hissettiğini ve ileride onları nelerin beklediğini görebilmelisiniz. Yaşadığı yokluğu, yoksunluğu siz ancak o zaman anlayabilir, buna yanıt verecek bir politika geliştirebilir ve bir model ortaya koyabilirsiniz. İnanın büyük resim budur ve yoksulluğu önleyecek şey de budur.
Bir cevap yazın