Toplumsal cinsiyet rolleri kadınların günlük yaşantılarını, kentsel hareketliliklerini çok fazla etkiliyor. Eşitlikçi bir toplumda daha farklı olabilir ama şu dönemde, yaşadığımız coğrafya ve toplumda buna ilişkin önlemler almak ve mekanı ona göre düzenlemek ihtiyacındayız. Şöyle bir güzelliği var bu işin: Bunu düzeltmeye yönelik her adım ve uygulama aslında herkes için faydalı ve kentte yaşamayı kolaylaştırıcı. Çünkü güvenlik ve erişilebilirlik, örneğin kesintisiz yaya kaldırımları, bisiklet yolları, toplu ulaşımın güvenli olması herkes için önemli. Kadınlar kadar yaşlı, engelli vatandaşlara yani her yaştan, her kesime hitap eden bir kent hayali… Bu da biraz kadınların isyanıyla ve irade koyması sonucunda, biraz da kadın dostu kent gündemiyle planlama ve kent gündemine gelmiş oldu.”
Nursun Karaburun Akıncı, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Şehir ve Bölge Planlama Bölümü mezunu. ODTÜ Bölge Planlama ile Dokuz Eylül Üniversitesi Kadın Çalışmaları’nda iki yüksek lisans eğitimi var. Yine Dokuz Eylül’de doktorasına devam ediyor. İkinci yüksek lisans tezi için Türkiye’de toplumsal cinsiyet ve kentsel mekan üzerine hazırlanan çalışmalarla ilgili literatürü incelemesi ve kadınların kentsel mekanda yaşadıkları kısıtlılıklara ilişkin bir araştırma yaptı. Bir dönem Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi’nin yönetim kurulunda görev aldı, odanın kadın çalışmalarında yürütücü görevler üstlendi; İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun kadın çalışmaları grubuna oda temsilcisi olarak katıldı. Halen Çiğli Belediyesi’nde şehir plancısı olarak çalışıyor. Nursun Karaburun Akıncı ile toplumsal cinsiyet ekseninde kadın-kent ilişkisini, Çiğli Belediyesi’nin ödüllü projesi Kadın Dostu Kent’i ve İzmir’i konuştuk.
– Toplumsal cinsiyet ve kentsel mekan arasında nasıl bir ilişki var?
– Birkaç sene önce bunları konuşurken zorlanıyorduk, karşımızdakileri öncelikle konunun konuşulmaya değer olduğuna ikna etmemiz gerekiyordu. Şimdi düşünülüyor üzerine, bu güzel bir gelişme. Ben daha çok mekan ve planlama ile toplumsal cinsiyet perspektifi nasıl bir arada olabilir, birbirini nasıl besleyebilir kısmına kafa yoran kişilerdenim. Kentte ihmal edilen, farklı ihtiyaçlara sahip pek çok insan grubu var ama cinsiyet meselesi fazla görmezden gelinmiş bugüne kadar. Hatta cinsiyetçi bir bakış açımız olduğu için bu biraz da karar verilmiş bir reddediş, görmezden geliş… 1970’lere dek feminist mücadele daha çok biyolojik cinsiyet üzerinden yürütülüyor dünyada. Toplumsal cinsiyetle ilgili ilk kavramsallaştırmalar 1970’lerde yapılıyor. Kuzey Amerika, Avrupa’daki feminist coğrafyacılar da bu düşünceden besleniyorlar. Bir de yeni Marksist kuramcılar var tabii. Hemen hepsi erkek olan bu kuramcıların, mekanın sosyolojik bir olgu olduğu, zamana ve içinde yaşayan kişilere göre farklı özelliklere sahip olabileceği ve bunun planlamada bir veri olarak alınması gerektiğiyle ilgili çok ciddi açılımları oluyor. Daha çok sınıfsal ayrımlar üzerinde duruyorlar, cinsiyet vurgusu pek yok ama feminist coğrafyacılar kentle ilgili bu açılımı, toplumsal cinsiyetle birleştirerek devam ediyorlar. Teorik olarak biz buralardan besleniyoruz.
– Türkiye’de ne zaman gündeme geliyor bu konu?
– Biraz daha geç. Türkiye’deki feminist tarihe baktığımızda da böyle zaten, 20-30 yıl arkadan gelen bir hareket söz konusu. 90’larda ikinci dalga feminizm çok kapsayıcı bir etkiye sahip değil. 2000’lerde büyük bir dönüşüm yaşanmaya, farkındalıklar gelişmeye başlıyor. Bunda kadın cinayetlerinin artması, mevcut iktidarın yönetime gelmesi ve yürüttükleri politikaların etkisi var. STK’lar, meslek örgütleri, sendikaların sahip çıkmasıyla kadın hareketi çok gündemde olmaya başladı. Uluslararası örgütler sahiplendi konuyu, anlaşmalar yapıldı… Toplumsal cinsiyet ve mekan ilişkisi de yine 2000’lerde kurulmaya başlandı Türkiye’de. İlk dönemde daha çok sosyoloji, antropoloji, kamu yönetimi gibi disiplinlerin sahiplendiği bir konu. Kent planlama perspektifi ya da mimari ölçekte bakış açıları ise 2010’dan sonra ivme kazanıyor. Gelişen bir konu ama son birkaç yılda düşüşe geçme eğilimi de var. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen bir ülke haline geldik bu süreçte. Kazanılan pek çok şey için geri adımlar atılmaya çalışılıyor. Bir yandan da daha kapsayıcı, LGBTİ+ politikaların geliştiği bir dönemdeyiz ama uygulamalara baktığımızda biraz gerileme var.
– Planlamaya bir veri olarak nasıl girmeli kadınlar?
– Toplumsal cinsiyet rolleri kadınların günlük yaşantılarını, kentsel hareketliliklerini çok fazla etkiliyor. Eşitlikçi bir toplumda daha farklı olabilir ama şu dönemde, yaşadığımız coğrafya ve toplumda buna ilişkin önlemler almak ve mekanı ona göre düzenlemek ihtiyacındayız. Şöyle bir güzelliği var bu işin: Bunu düzeltmeye yönelik her adım, her politika ve uygulama herkes için faydalı ve kentte yaşamayı kolaylaştırıcı. Çünkü güvenlik ve erişilebilirlik, örneğin kesintisiz yaya kaldırımları, bisiklet yolları, toplu ulaşımın güvenli olması herkes için önemli. Kadınlar kadar yaşlı, engelli vatandaşlara yani her yaştan, her kesime hitap eden bir kent hayali… Bu da biraz kadınların isyanıyla ve irade koyması sonucunda, biraz da kadın dostu kent gündemiyle planlama ve kent gündemine gelmiş oldu. Yerel yönetimler de buna uzak duramadı, durmaması da gerekiyordu zaten.
– Şehir Plancıları Odası’nın Toplumsal Cinsiyet ve Kent-Mekan Sempozyumu’nda bildiriler sundunuz. İçeriklerinden bahseder misiniz?
– İlki Şehir Plancıları Odası’nda 2008’den 2018’e kadar yönetici kadrolarında bulunmuş kadınlarla tezim için yaptığım araştırmanın sonuçlarıydı. Aktif, ekonomik bağımsızlığı olan, görece güçlü diye tanımladığım 37 kadın 96 soruya cevap verdi; mekansal, kentsel sıkıntılarını, gözlemlerini ve deneyimlerini paylaştı. Park, durak, alışveriş-pazar yeri, eğitim alanları gibi kentsel ve kamusal hizmet alanlarının yetersizliği ve bu alanlara erişim problemi; aydınlatma elemanları eksikliği ve sağır cephelerden kaynaklanan güvenlik sıkıntısı öne çıkan sorunlardan… Hasta, engelli, yaşlı bakımı gibi kamu hizmeti olarak görülmeyen şeyler var. Devlet, yerel yönetimler kısıtlı destek veriyor; biraz ben yapayım ama biraz da hane içinde çözülsün diye bakıyor. Bu işi de kadınlar üstleniyor, isteyerek ya da istemeyerek. Bu yüzden kamusal hizmet alanlarının genişletilmesi, örneğin hasta bakımının kamusal bir hizmet haline gelmesi talebi var… İkinci bildiri ise pandemi döneminde kent-mekan kurgusunun değişmesiyle çalışan kadınların neler yaşadıkları üzerine. “Bu durum kentsel hizmet taleplerini etkiledi mi? Bazı farkındalıklar oluştu mu?” gibi sorulara da yanıt aradım. Beş kadın ile görüştüm. Çocuk sahipliği ve konut tipi başlıkları öne çıktı. Çocuğu olanlar hareketliliklerinin çok kısıtlandığını söylediler, çocuksuzlar ise öncesine göre daha mutlu, özgür hissettiklerini. Konut tipi, konut içi ve çevresinin fiziksel özellikleri ne kadar iyiyse eve kapanma dönemi o kadar rahat geçirilmiş. Şehirde ve iyi durumda olmalarına rağmen istekleri bahçeli, müstakil ya da teraslı bir evde yaşamak. Mahalle ölçeğinde ise spor, yürüyüş alanlarının, arabaya bağımlı olmadan gidilebilecek yakınlıkta alışveriş yerlerinin bulunması… Hep söylediğimiz şeyleri duymak beni mutlu etti.
– Birleşmiş Milletler’in 2006’dan 2014’e, iki aşamalı yürütülen Kadın Dostu Kentler Projesi’nin nasıl etkileri oldu?
– İlk başta çok tutulan bir proje değildi. Feminist çevrelerde, meslek içinde eleştirilen tarafları vardı. Ben de projenin mevcut şiddeti meşrulaştırma riski olduğunu düşünmüştüm. Şiddet göreceğimizi baştan kabul ediyoruz ve önlemler alıyoruz! Örneğin saat 22.00’den sonra kadınların istediği yerde otobüsten inebilmesi o projenin sonuçlarındandır. “İstediğim yerde inip evime yürüyebilmeliyim, neden kendimi böyle zayıf konumlandırmak zorundayım?” diye eleştirmiştim. Ama gördüm ki hayatımız tehlikede. Zamanla kadın dostu kent kavramına alıştım. Bir literatür, farkındalık yarattı proje. Akademik çalışmalar arttı, konu yerel yönetimlerin gündemine girdi; kurumsal ve yapısal izler bıraktı. Kadın ve aile müdürlüklükleri kuruldu. Hatta İzmir ilk kentlerden biridir. Yerel eşitlik eylem planları sözü verildi. Kent konseylerinde kadın ve çocuk meclisleri oluşturuldu. Kağıt üzerinde varlıkları bile güzel ve şimdilerde aktif hale gelmeye başlıyorlar… BM projesi de kolaylaştırıcı ve dönüştürücü olarak ikiye ayırıyor politik adım uygulamalarını. Kolaylaştırıcılar acil durum butonları, gece istediğin yerde otobüsten inebilmek gibi uygulamalar. Dönüştürücüler ise eğitim, farkındalık, hukuksal destek, kadınların güçlendirilmesi, ekonomik hayata katılımlarına yönelik politikalar… Tüm bunlarla toplumsal bakış açısının ve kurumların değişmesi, kamusal alanda kadın varlığının artması hedefleniyor. Eskiden belediyelere tek yaptıkları meslek kursları açmak gibi bir eleştirim vardı. İşlerini sergileyip satabilecekleri pazarlar, dükkanlar da olmalı diyordum, ki evden çıkıp kamusal alana dahil olabilsinler.
– İzmir’de Sığacık örneğinde olduğu gibi yerel üretici pazarlarının sayısında artış var ve çok sayıda kadın da çalışıyor bu pazarlarda.
– Çiğli’de de standlar açıyor kadınlar. Ama belediye başkanlarının söylemleri bazen yanlış olabiliyor. “Kadınları ekonomiye dahil edeceğiz” diyorlar. Oysa kadınlar ev içi emekleri ve ürettikleriyle zaten ekonominin içindeler. Teorik olarak bu yanlışa düşmemek lazım. Kadınların “Para kazanayım, eve bir katkı sunayım” diye düşünerek bir işe başlamaları gerekmiyor. Kendilerini başka türlü var edebilmeleri, yeteneklerini kullanabilmeleri, başka insanlarla karşılaşabilmeleri için evden çıkmaları iyidir diyoruz her zaman.
– Çiğli Belediyesi, Kadın Dostu Kent Projesi’yle TMMOB Şehir Plancıları Odası Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü Yarışması’nda özendirme ödülü aldı. Proje hangi aşamada, neler yapılıyor?
– İzmir’deki yerel yöretimlerin Türkiye’ye model olmak gibi bir misyonu var gördüğüm kadarıyla. Bu bağlamda Çiğli Belediyesi güzel adımlar attı. Kadın ve Aile Müdürlüğü’nü bu dönemde kurdu, pek çok sözleşmeye imza koydu. Başka projeler yürütülüyor bir yandan. Örneğin Çiğli’nin mahallelerinde kadınlarla yüz yüz görüşmeler yapılıyor. Elinden gelen kolaylaştırıcılığı yapıyor yönetim. Kadın Dostu Kent, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mercan Efe Güney hocanın projesi. Daha önce Bornova’da, öğrencileriyle yaptıkları projeyi raporlaştırıp belediyenin desteğiyle yayınlamışlar. Yaygınlaşması için uygun yerel yönetimleri araştırıp Çiğli Belediyesi’ne ulaşmışlar. İzmir Ticaret Odası da projeye destek oluyor. Yeni mezun genç kadınların istihdam edilmesi de projenin amaçlarından biri ve 5 kişilik bir ekibi var hocanın. Bu bir fiziki analiz çalışması, raporlama. Çiğli’nin ilk mahallelerinden olan Köyiçi Mahallesi pilot bölge olarak seçildi. Köyiçi, eski bir dokuya sahip, düzensiz konut yapılaşmaları da bulunuyor. Afet tehlikesi nedeniyle bir dönüşüm hep gündemde… Proje kapsamında kadınlar açısından güvenlik ve erişilebilirlikle ilgili bazı kriterler belirlendi; çok detaylı olarak mevcut durum tespiti yapıldı. Ticari birimler, kamusal hizmet alanları, yeşil alanlar güvenlik ve erişilebilirlik kriterlerine bakılarak analiz ediliyor.
– Nedir bu kriterler, örnek verebilir misiniz?
– Güvenlik konusunu doğal gözetim, sokaktaki göz ve yaya güvenliği gibi üç ana başlık altında incelediler. Doğal gözetim denilen şey ticaret ve konut alanlarının bir arada olması, sokakta kendinizi yalnız hissetmeden yürüyüp yürüyemediğinizle ilgili. Ticaret birimlerinin mahalleye yayılması, zemin katta bulunmaları, cephe üzerinde balkon olup olmaması bile önemli. Bunlar araştırıldı. Yaya güvenliği açısından kaldırımların yüksekliği ve genişliği incelendi, standartlara göre bir sınıflandırma yapıldı. Yaya yolunun sürekliliğine yani kent mobilyası, elektrik direği, çöp konteynırı gibi unsurlarla kesintiye uğruyor mu diye bakıldı. Aynı şekilde aydınlatma da çalışıldı. Elektrik direklerinin aydınlatma çapına kadar hesaplar yapılıp karanlıkta kalan bölgeler ortaya çıkarıldı. Boş alanlar, harabe binalar ve inşaatların olduğu yerler tespit edildi. Çocuklara bakan, refakat eden çoğunlukla kadınlar olduğu için yeşil alan analizi de projenin önemli çıktılarından. Bu alanlar gündelik hayatta kadınların çok ihtiyaç duyduğu alanlar. Mevcut yeşil alanlar 50 yaş altı ve üstü ve çocuklu kadınların yürüme hızı olmak üzere üç farklı kategoride incelendi. Böylece buralara hangi kadın gruplarının erişimi olduğu bilgisine ulaşılacak. Çıkmaz sokaklar, taşıt yollarının sürekliliği gibi başlıklar da var projede. Tüm bunlar bir harita üzerinde gösterilecek ve böylece hangi bölgenin hangi sorunu olduğu görülebilecek.
– Bu ve benzeri projelerden çıkan sonuçları uygulamaya aktarmak kolay mı?
– Proje sonunda kim, hangi müdürlük nasıl bir görev alacak ve stratejik planımıza bunu nasıl entegre edeceğiz? Bunlar önemli. Örneğin Köyiçi Mahallesi’nde Gediz Elektrik’le eksik aydınlatmalar güçlendirilebilir ya da emniyetle acil yardım butonları yerleştirilebilir. Belki taksi durakları, yeşil alanlar artırılır… Bütün bunlar yerel yönetimlerin çeşitli kurumlarla eşgüdümlü çalışmasını gerektiren konular. O yüzden biz hep bir yürütücü olma ve koordine etme durumundayız, plancılar olarak da böyle… Sivil toplumun, yerel yönetimin, ilgili kamu kuruluşları ve özel kuruluşların işbirliği yapması gerekiyor. Aslında en önemlisi kararlı olmak, istikrarlı bir şekilde sahiplenmek. Sadece bir belediye başkanının sahiplenmesi yetmiyor. Başkan değiştikten sonra da devam edebilmesi, yaygınlaşması, kalıcı olabilmesi için farkındalığımızın artması, kurumsal kapasitemizin bu yönde dönüşmesi gerekiyor. Bu da belgelere girerek, bütçe ayırarak yavaş yavaş oluyor… Kısaca sahiplenme, kurumlararası eşgüdüm ve katılım çok önemli. Halkın katılımı artmalı. Her kente yaklaşımımız bu başlıklar altında olabilir ama bir yerde başka bir sorunla karşılabiliriz. Bunu anlamak için yerel bilgiye ihtiyaç var. Kadınların kendilerini kentli olarak görmeleri ve kentli olarak neye ihtiyaç duyduklarını ifade edebilmeleri çok kolay olmuyor. Bu bir süreç, vatandaşlık ve kentlilik kültürüyle ilgili. Kent hakkı denilen bir kavram var, neler hakkımız onunla ilgili farkındalığımız düşük biraz. Bu da bugünden yarına değişebilecek bir şey değil. Biraz kurumsal iletişim becerisi gerekiyor, biraz da zamana yaymak. Genelde çabuk sonuç alma beklentisi var. Belediye başkanları da haklı, belli bir süreliğine seçiliyorlar. Ama bunlar aşılmayacak şeyler değil. Hangi adımı atarsak atalım bir sonraki dönem için olumlu…
– Siz bir kadın olarak kendinizi İzmir’de nasıl hissediyorsunuz?
– Başka şehirlerde yaşayan kadınlarla görüştükçe, hikayelerini dinledikçe tabii çok avantajlı olduğumu anladım. Belki de biz bu yüzden sorunları göremedik yıllarca. Güvenlik sorunu her zaman vardı ama. Karanlık sokaklara girmemek, gece değil de akşam saatinde evde olmaya çalışmak, toplu taşımada çok kalabalık olduğunda tedirgin olmak, hiç kimse olmadığında yine tedirgin olmak… İzmir’de benim hayatım kıyıda geçiyor; Karşıyaka, Çiğli, Alsancak arasında. Bir STK tarafından yürütülen bir araştırmada Karşıyaka cinsiyet eşitliği politikaları açısından Türkiye’de birinci ilçe seçildi. O yüzden ben ancak çocuk sahibi olunca bu meselelerle çarpışmaya başladım diyebilirim. Bebekle kentte hareket zor olduğu için bazen evden çıkmamayı tercih ettim. Korkunç bir şey bu. Belki yaşlandıkça başka sorunlarla karşılaşacağım çünkü kent sağlıklı, genç insanlar için kurgulanmış durumda. Ben eğitimli, ekonomik açıdan bağımsız bir kadınım ama farklı kırılganlıkları olan pek çok kadın var ve bu durum onları kentte daha dezavantajlı duruma getiriyor. Kadınlar olarak sürekli günü nerede, nasıl geçirip eve nasıl döneceğimizle ilgili bir kurgu içindeyiz. Belli bir yaşa geldiğinizde artık kabulleniyorsunuz, “Akşam dışarıda benim işim yok ki” diyorsunuz. Bu da çok yorucu. Aynı statüdeki kadın ve erkeğe baktığınızda kadınların mücadele etmesi gereken şeyler daha fazla… Kadın cinayetleri, hane içi şiddet, sokakta şiddet bunların hepsi maalesef İzmir’de de var. Kıyıdan ibaret değil İzmir, iç kesimlerde farklı toplumsal kırılganlıkları olanlar var. Farklı sınıflarda toplumsal cinsiyete ilişkin kırılganlıkların tabaka tabaka değiştiğini, farlılaştığını görüyoruz. Ama ben şöyle bakmaya çalışıyorum: Her gruptan kadının bugüne kadar görmezden gelinmiş pek çok gereksinimi var. Planlama özelinde, mekana doğrudan müdahale eden bir meslek grubu olduğumuz için çok da kolay olmayan bir şey yapmaya çalışıyoruz. Çünkü mevzuatta bunu kolaylaştıracak pek bir şey yok. Herhangi bir aracımız yok elimizde. Hatta en önemli aracımız hala imar planları…
– Mevcut planlama mevzuatının sıkıntıları neler?
– Mevzuatımız hemen her yer için için aynı standartları öngörüyor. Şu kadar nüfusa şu kadar okul, yeşil alan, cami vs. Biz hali hazırda mevcut mevzuata uygun imar planları üretmekte, ürettikten sonra da uygulamada zorlanıyoruz ama bunun yanı sıra mevzuatın da geliştirilmesi lazım. Daha yere özgü ve insana duyarlı olmalı. Plan yaptığımız bölgede kimin yaşadığına ilişkin veri eksiğimiz var, bunlar bazen yapılıyor ama kararlara aktarılamıyor. İnsanların gerçek gereksinimlerini elde edemiyoruz, çok kolay da değil bu. Gelişmekte olan bir ülkeyiz, ekonomik sorunlarımız var. Kentsel dönüşümde de öyle. “Kaç lira, kaç kat, kaç oda?”, ilk sorular hep böyle. “Çocuklarımın başını sokacağı bir evleri olsun” hesabı yapılıyor, haksız da değiller ama taleplerimizin, kentten beklentilerimizin değişmesi gerekiyor. Hepimiz biraz günü kurtarma derdindeyiz. Böyle bir coğrafyadayız maalesef, işimiz çok o yüzden…
– Mesleğinizde, kentle ilgili kararların verildiği alanlarda kadınların temsili de önemli…
– TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın yüzde 60’a yakın kadın üyesi var ama TMMOB’deki diğer odalara baktığımızda pek çoğunda erkek üye sayısının ve erkek yöneticilerin daha fazla olduğunu görüyoruz. Yönetimde bir ya da iki kadın oluyor, özellikle TMMOB yönetimi belli bir yaş üstündeki erkeklerin baskın olduğu bir yer. Bununla ilgili de mücadelemiz sürüyor. Hem meslek odalarında hem yerel yönetimlerde kadın yönetici sayısının artması önemli. Temsiliyet, hem toplumsal rolleri gereği hem varoluş biçimleri itibarıyla farklı bir bakış açısına sahip olanların gereksinimlerini ifade edebilmeleri açısından önemli. Sadece kadınlar değil engelliler, LGBTİ+ bireyler, azınlıklar, çocuklar vs. için de…
Bir cevap yazın