Evet, nerede kalmıştık? Sonunda kayıp Robi’yle ilgili bir ipucu bulmuştum. Kozyatağı’nda bir deponun bahçesinde görülmüştü. Hemen gitmiş, aramaya başlamıştım. Ağaçta uzun beyaz tüylü bir kedi görmüş ve oraya doğru hızlı adımlarla yürümüştüm. Kuyruğu da sarıydı üstelik. Ağaca tam yaklaşmıştım ki kedi hemen arkadaki yüksek duvara, oradan da diğer apartmanın bahçesine altmış ı ve ortadan kaybolmuştu. Ne kadar da benziyordu Robi’ye. Bulmuştum sonunda sanki…
Robi olduğuna inanmak istediğim kedinin peşinden duvarları aşarak bahçe bahçe gezdim. Yarım saat falan sürdü bu kovalamaca. Tekrar ilk karşılaştığımız binaya doğru koştu. O sırada şiddetli bir yağmur bastırdı. Allahtan şemsiye vardı yanımda. Açtım ve devam ettim peşinde koşturmaya. Onu ilk gördüğüm ağaca tırmandı tekrar. Baktım, bu dedim, Robi’ye göre çok zarif. Bu bir dişi galiba diye düşündüm ama hemen kovaladım bu düşünceyi. O Robi olmalıydı.
Çok yorulmuştum. Üstelik bu şuursuzca koşturma sırasında ıslanmıştım da şemsiyeye rağmen.
İçimden ağlamak geliyordu. Birden içimde de bir duygu sağanağı başladı ve elimdeki şemsiyeyi yere atarak “Bana bunu niçin yapıyorsun Robi?” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Benim ağlayışımdan başka hiçbir ses yokmuş gibi hissettim bir an, kuşkuyla etrafımı kolaçan ettim ki ne göreyim; meğerse o binanın üst katı üniversiteye hazırlık dershanesiymiş. Teneffüste gençler aşağıya inmişler, beni seyrediyorlar. Doğrusu seyredilmeyecek gibi de değil. Hemen toparlandım tabii. Şemsiyeyi aldım. “Bekle sen, yarın yine geleceğim” dedim ve ayrıldım oradan. Dönüş yolunda bana Robi’yi bulduğunu söyleyen kadını aradım ve kedinin Robi’ye çok benzediğini fakat o olmayabileceğini söyledim. O da bana cevap olarak, Robi’nin uzun zamandır kayıp olduğunu, zayıflayıp, kirlenip bazı fiziksel değişimlere uğramış olabileceğini, belki de Maltepe’ye, evine dönmeye çalıştığını söyledi. Hemen ikna oluverdim. İkimiz de çok istiyorduk o kedinin Robi olmasını.
Eve varınca eşime olanları anlattım. Yarın tekrar gideceğimi, yardım edip edemeyeceğini sordum. Sağ olsun kabul etti. O gece neredeyse hiç uyumadım. İçim içimi yedi sabaha kadar. Maltepe’ye doğru yola çıkarsa bir daha bulamam düşüncesi yedi bitirdi beni. Güneş doğar doğmaz Zeynel’i uyandırdım, hadi dedim, gidelim. “Bıktım artık senin bu hayvanlarından” diye söylendi. Duymamazlıktan geldim.
Issız bir İstanbul sabahında olay yerine vardık. Hiç kimse yok. Baktık ki Robi yine ağacın üstünde. Şöyle bir baktı Zeynel. “İlkay, bu Robi mi?” diye sordu. “Değil” dedim. Oyun yapıyor insana beyni bazen. O olsun istiyorsun ya, sana öyle geliyor. Arabada kuru mama vardı, “Neyse, mama verelim bari çocuğa” dedim. İçimdeki bir ses “Robi değil ama ne olur ki, onu da alalım” diyordu. Engelledim bu düşünceyi. Bindik arabaya döndük.
Günler böyle geçerken umudum da kırıldı yavaş yavaş ama yine de haftada üç kere kızımın evine gidip hem onun bahçesini hem de diğer bahçeleri “Robi, Robi” diye seslenerek gezmekten, aramaktan vazgeçemiyordum. Bütün herkes tanıyordu beni artık.
Bir gün efkârlı efkârlı oturup Robi’nin ne yaptığını, ne halde olduğunu düşünürken, birdenbire çocukluğumdan hatırladığım bir kayıp bulma yöntemi geldi aklıma. Hemen uygulamaya geçtim. Kaybedecek bir şeyim yok, ne olacak ki? Kızım Özge’yi aradım. “Özge” dedim, “Robi’yi bulmak için son bir yol kaldı, onu deneyeceğiz.”
“Ne?” diye sordu.
“Eline düğüm atabileceğin bir şey al ve dediklerimi tekrar et”.
“Nasıl bir şey olsun?”
“Uzunca, düğüm atabileceğin bir şey.”
“Aldım”.
“Şimdi tekrarla benim söylediklerimi. Ethem dede Ethem dede.”
Tekrarladı.
“Gömleği keten dede.” Bunu da tekrarladı.
“Kedimiz Robi’yi bulduğumuzda…”
“Anne sen delirdin mi!” diye sözümü kesti.
“Sen devam et” dedim. “Kedimiz Robi’yi bulduğumuzda.” Bunu da söyledi.
“Hangi kapıya en yakınsın şu anda?” diye sordum, “tam kapının arkasındayım dedi.
“O zaman devam et” dedim. “Şu kapının arkasında…”
Bunu da tekrarladı.
“Sana üç göbek atam dede”
Çok sinirlendi. “Söyleyeceksin bunların hepsini” dedim. Mecbur söyledi.
“Tamam” dedi “şimdi ne yapıyorum?”
“Şimdi düğümlediğin şeyi koy dolaba, Robi’yi bulunca açacağız.”
“Ya” dedi “baştan söylesene. Kaşkolumu düğümledim.”
Bir fırça da Özge attı ama umurumda değil, zaten herkese evet ağam, tamam paşam halindeyim. İki gün sonra yaptığımız bu ayinin sonuçlarını almak üzere Kadıköy’e gittim. Beraber yemek yedik, sonra Robi’yi aramaya aşağıya indim. Hiç abartmıyorum aşağı inip, başımı sağa çevirdiğimde Robi karşımdaydı.“Robi” dedim heyecanla. Oradaki metruk eve kaçtı. Hemen kızımı aradım ve firariyi bulduğumu, taşıma kabı getirmelerini söyledim. Evin önüne kaldırıma oturdum. Çok bekletmeden geldi kucağıma. O da özlemiş, mırlıyor, gırlıyor. Ben ağlıyorum ama o pek şiddetli bir duygu yaşamıyor sanki. Sadece “Seni gördüğüme sevindim” der gibi davranıyor. Biraz kırıldım tabii. Taşıma kabını getirdiklerini görünce kaçmaya davrandı. Ben bırakmamakta direnince tırmaladı. Eşim çok kızdı; “Bunun peşinden mi koşuyorsun, hâlâ mı bu şerefsizi istiyorsun?”
Doğru hastaneye gittik. “Kuduz aşısı olmanız lazım, aşı olmadan bir şey yapamayız” dediler.
“Ama” dedim “ev kedisi”.
“Dört aydır sokaktaymış” dediler. Pansuman da yapmıyorlar, önce aşı diyorlar. Bırakmıyorlar da… İlla aşı olacağım. Oldum tabii. Dikiş atılması lazım dediler. İzi hala durur kolumda. Zaten bunlar yüzünden, yüzüm de dahil epeyce façalıyım artık.
Turne vardı o sıra. En son Mardin’deyken Özge telefon etti.“Anne” dedi, “Robi geldi”. Kaçtığı odanın penceresini hiç kapatmamıştık, oradan girmiş içeri. Biraz hırpalanmış, tüyleri birbirine yapışmış. Ama çok yakışıklı yine. Kocalar olur ya hani, hovardalık peşinde evi terk ederler, sonra sıfırı tüketince geri dönerler. Onlar gibi. Kendi kendine geri döndü beş ay sonra.
Özge de kaşkolunun düğümlerini açabildi böylece. Ethem Dedeye göbek atmadık sadece parmaklarımızı şıklattık. O da anlayışla karşılamıştır herhalde. Sağ olasın Ethem Dede.
Bir cevap yazın