Seferihisar sevdalısı bir grup aydın ve sanatçı bir süre önce Abderalılar adı altında bir araya gelip birleştiler. Seferihisar’ın tarihsel ve kültürel kimliğini zenginleştirmek, zaman içinde tahrip olmuş ve yok olmaya yüz tutmuş bazı değerleri gün yüzüne çıkarmak üzere bazı çabalara giriştiler. Kaybolmaya yüz tutmuş zanaatların da yaşatılacağı bir sanat sokağının düzenlenmesi ve bir kent müzesinin kurulması gibi girişimlerin yanı sıra, dikkatlerini yönelttikleri esas alanlardan biri, Seferihisar’ın Düzce köyü oldu.
Düzce köyünün yani eski adıyla Hereke’nin mazisi, ta antik döneme, Herakleia adıyla bilindiği zamanlara gidiyor. Ama bu tarihsel miras korunamamış, geçmişi yansıtan bir şey kalmamış. Abderalılar grubunun kurucularından ve Seferihisar’da yaşamış bir milli mücadele kahramanını anlatan Kundakçı adlı romanın yazarı Cafer Öz’e, Düzce’yi ve bölgedeki çalışmalarını sorduk.
– Düzce pek çok Seferihisarlı için İzmir’den gelirken tabelasını gördüğü, belki Azmak’a ya da Turgut köyündeki lavanta şenliğine giderken içinde geçip gittiği bir yer. Hatta belki bazıları hiç duymamış. Ne var Düzce’de sizin ilginizi bu kadar çeken, sizi bu kadar zaman ve emek harcamaya yönelten?
– Cafer Öz: Çok şey var, kazıdıkça çıkıyor. Mesela dün daha İzmir Büyükşehir Belediyesi’yle yaptığımız bir toplantıya konu olan bir yerden bahsedeyim. Benim bölgede araştırmalar yaptığım dönemde rastladığım bir yer burası. Düzce mezarlığının arka tarafında.
Bana köyden birisi söylemişti orada bazı şeyler olduğunu. Üzeri orman örtüsüyle kaplanmış, hiçbir şey görünmüyordu. Bir iki tane sütun gördüm. Büyükşehir Belediyesinden rica ettim ve temizlettim. Temizleyince altından bir tarih çıktı. Antik dönemlerden kaldığı belli olan, değişik boylarda bir sürü taş. “Herakleia mı bu acaba?” diye heyecanlandık. Seferihisar belediyesinden arkeolog Mehmet Uğur’u bilgilendirdik birlikte yerinde inceleme yaptık. Taşıma olup olmadığını ve bölgenin incelenmesi için anıtlar kuruluna bildirdik. Fotoğrafları görünce çok heyecanlandılar. Bir komisyon oluşturdular, gelip baktılar… Tescil ettiler.
– Mezarlık olarak kullanılan alanın içinde mi?
Evet köylü mağdur olmasın diye , İBB hemen karşı tarafa bir mezarlık yaptırdı ama yine de köylü “ben illa oraya gömeceğim” diyor. Gelmiş tarihi eserlerin arasına dedesini gömmüş, atasını gömmüş. “Yapmayın, burada Teos gibi bir şey varsa köyünüze kazandırabileceklerini düşünüyor musunuz?” dedik. “Biz bıktık bu işlerden” falan diyorlar. Neticede kazı yapılarak bir temel var mı yoksa bu taşlar taşıma mı diye incelenecek.
– Ne olduğu belli değil yani henüz?
– Değil, belki Teos’tan taşındı belki de altında bir mabet var, bilinmiyor. Kazı sonucunda belli olacak. Teos kazısı başkanı Musa Hoca ile de görüştük, o da çok heyecanlandı. “Ben kazayım” demiş ama Anıtlar Kurulu kendisi yapmaya karar vermiş.
– Ne zaman başlayacaklar?
– Pandemi nedeniyle şu anda gelemiyorlar ama takip ediyoruz, haberleşiyoruz.
– Herakleia’nın tarihi ta antik Teos zamanlarına gidiyor mu peki?
– Sanırım gidiyor. Kentin Teos’la bağlantısı var zaten. Teos limanına uzanan bir ihracat yolu var. Biliyorsun, Pers işgali sırasında Teos’tan kalkıp Trakya’ya göçmüş, Abdera’ya yerleşmiş, sonra da orada yapamayıp bir kısmı geri dönmüş. Belki de onların yerleştiği yerler buralar. Bu kazıda böyle şeyler çıksa, Heraklia ile ilgili daha fazla bilgiye ulaşsak ne kadar muhteşem olur, düşünsene.
Kentin antik geçmişiyle ilgili fikir verecek bazı şeyler var. Bak mesela, iki buğday başağının resmedildiği bir taş. 80×60 ebatlarında bir taş bu. İncelettim, MÖ 1000 yıllarına gidiyor tarihi. Demek ki bugün bizim ata tohumu dediğimiz, Seferihisar’dan başlayarak bütün İzmir’de yeniden yaygınlaştırılan karakılçık buğdayı, belki de bu bölgede taşlara nakşedilecek kadar önemliymiş zamanında. Bugün bölgenin sembolü olabilecek, çok büyük anlamı olan bir taş bu.
– Yanılmıyorsam köyün en bilinen tarihi eseri bir medrese. Orayla ilgili çalışmalar var mı?
– Evet, Kasım Çelebi Medresesi… Bu medreseyle ilgili çok güzel bir düşüncemiz var. Burayı ben iki defa temizlettim, fotoğrafladım, dosyalayıp hem Valiliğe hem Tunç Başkana verdim. Zaten buranın resterasyon projesi hazırmış Seferihisar belediyesinde, onaylanmış. Uğur Bey’le birlikte inceledik. Valilikten bir ödenek çıkmış . Seferihisar’ın merkeze aktarılan vergi gelirlerinin yüzde 6’sı tarihi dokularda harcanmak üzere Valiliğe gidiyormuş. Orada birikmiş bu para. Seferihisar’ın parası yani. Üstünü de Büyükşehir Belediyesi tamamlıyor. Çok yakında buranın restorasyonu başlayacak.
– Nereye dayanıyor bu medresenin tarihi?
– Üstündeki yazıya göre 1489 yılında yapılmış. Bölgede Aydınoğullarının olduğu zamanlar, Evrenoğlu Kasım Çelebi yaptırmış yanlış hatırlamıyorsam. Ama tarihini de etraflıca araştırmak gerekiyor tabii.
Ben kendi kişisel araştırmalarımda şunu gördüm. Burası klasik bir medrese değil, diğer medreselerden bir farkı var. O dönemde Anadolu’nun bu bölgesinde Börklüce ve Şeyh Bedreddin’in başlattığı büyük bir hareket var Karaburun’da, biliyorsun. Onun izlerini Ayasuluk’tan yani Selçuk’tan buralara kadar görebiliyorsunuz. Bu kültürden, yani kardeşçe paylaşma, birlikte hareket etme, değişik dinlerden ve kültürlerden insanların ortaklaşma kültüründen nasibini almış buralar da. Bu medresede eğitim görenler halkın içinde birlikte çalışmış, üzüm toplamışlar. Bölge insanına ilham ve irşad kaynağı olmuşlar. Hikmet ve irfan sahibi hak ve halk dostu bu insanlar hasedi, tamahı, fitneyi, büyük zaaf görüp gönüllere sabır ve sevgi mayası aşılamışlar.
Medresenin öğrencilerin kaldığı, eğitim gördüğü dokuz tane suhte odası var. Çok güzel alimler yetiştirmiş bu medrese. Burada yetişen öğrencilerden birinin İstanbul’a kadılık yaptığı söyleniyor.
Bir şey daha anlatacağım sana burasıyla ilgili. Biraz uhrevi bir hikâye ama beni çok etkiledi. Kasım Çelebi Medresesi’nde hocalık yapan bir alim, İhsaniye köyüne Batumdan gelme, adı Safi hoca. Bademler’den bir Alevi bilge, Veliko’nun Recep ile çok iyi kaynaşıyorlar. Birbirini
fikren tamamlayan iki bilge gibi düşün. Mevlana ve Tebriz’li Şems gibi. Bunlardan Veliko’nun Recep vefat ediyor. Cenazesini medresedeki lahitin üzerine koymuşlar. Bütün ahali toplanmış. Suhteler, alimler dua edecekler, niyaz edecekler. Üzerine bir örtü örtmüşler. Bir rüzgâr esiyor ve üzerindeki örtüyü atıyor ve çıplak bedeni ortaya çıkıyor. Telaşlanıyorlar, biri gelip hemen örtüyor. Tekrar duaya devam ediyorlar, bir daha rüzgâr geliyor, yine açıyor. Safi hoca, “muhterem, artık örtme” diyor, “anlamaz mısın ki dünya varlıkları onun mübarek bedenini son bir defa görmek istiyor”. Recep’in naaşı bir süre çırılçıplak öylece kalıyor. Diyorlar ki sonra “arından ve edebinden yattığı yerden elini kaldırmış ve bezi üzerine çekmiş”. Böyle anlatılıyor yörede. Beni çok etkiledi bu anlatı.
Neticede bu önemli eser, bakımsızlıktan yıkıldı yıkılacak durumda. O suhte odalarının ana yola bakan arka tarafı yıkılmış. Geçmişte muhtarlık bu yıkıntının önüne demir kapı yaptırmış, köylünün kaçan hayvanlarını oraya bağlıyormuş. Salmasını ödeyen köylü hayvanını buradan alıyormuş. Bu hatta sağ basının diline düştü, “CHP döneminde camilere hayvan bağlanıyor” diye meydanlarda söylendi. İşte o zaman sözü edilen yer bu medrese. İşin aslı bu ama camiyle bir alakası yok, cami öte yanda kalıyor.
Bu tarihi değerin bakımsızlığını ortadan kaldırmak, bu ayıbı ortadan kaldırıp bu tarihi mirası hak ettiği şekilde ihya etmek de bizim görevimiz.
– Orada bir tane de hamam vardı yanlış hatırlamıyorsam?
– Evet medresenin alt tarafında, muhteşem bir hamam. Selçuklu kültüründe cami, medrese, hamam bir külliye şeklinde bir arada oluyor zaten. Bir de kervansaray var ama kalıntıları üzerine ev yapılmış.
Bu kuyulu bir hamam. Bir özelliği var. Rüzgâr ya da daha büyük olasılıkla hayvan gücüyle çalışan bir değirmenle çekilen suyu savaklardan geçip cehennemliğin üstündeki kazanlara , taşıyan su hattı öylece duruyor. Bir düşünsene bunun canlandırıldığını…
Bu hamamda dikkatimi çeken bir şey de şu oldu. İnşaatında antik taşları da kullanmışlar. Hamamın sağ tarafındaki bir taşın üzerinde gymnasion başkanının “Tanrı Herakles’e adadığı sunu taşı” yazıyor. Taşın nereden geldiği belli değil ama antik bir yapıdan hamama, tarih işte böyle yaşıyor.
– Bu restorasyon ve kazı çalışmalarıyla köyün tarihsel mirası epeyce gün yüzüne çıkacak sanırım…
– Amacımız bu. Bunun için bir de müze tasarlıyoruz. Köyde eski bir okul var. Muhteşem bir yerde, Belediyeye ait 3,5 dönümlük bir arazi içinde. Okul yıkık durumda, bir tamirat gerekiyor. Çatısını yapıp üstünü kapatacağız. Bahçede teraslar ve yürüyüş yolları yapacağız. Cahit hocam bununla ilgili bir proje hazırladı.Burayı Seferihisar Belediyesiyle birlikte bir açık hava müzesi yapacağız. Köyün içinde ve civarında tarlaya, bahçeye yayılmış halde bulunan bütün tarihi taşları toplayıp burada sergileyeceğiz.
Köyün kültürel mirasını, geleneklerini canlandırmak için de çabalarımız var. Mesela Düzce’nin her tarafı su kuyusu, çok güzel eski kuyular var. Bunlardan biri gelin kınası kuyusu. Bir çınar ağacının yanında, otların arasında kaybolmuş. Yanar gecesinde gelinler kına yakar, ertesi sabah da kınalarını bu kuyuda yıkarlarmış. Eski bir gelenek, herkes hatırlıyor ama bir kuşak sonra unutulup gidecek. Bu kuyunun olduğu bölgeyi temizleyelim, köylünün ve dışarıdan gelen ziyaretçilerin kullanabileceği bir rekreasyon alanı haline getirelim istiyoruz. Bunun için de mimar Fatih arkadaşımız bir proje yaptı Bu konuda Büyükşehir Belediyesi’yle de görüşmelerimiz var. Projeyi İBB başkanımız sayın Tunç Soyer’e takdim ettik.
– Seferihisar’ın tarihsel değeri için çok önemli adımlar…
– Evet, Seferihisar’a gelenler sadece Sığacık’ı gezip gidiyor. Ne kadar acı. Oysa daha neler var neler! Ben pandemiden önce bazı kültür turları yaptırdım. İzmir’den çok sayıda sanatçı arkadaşım, dernekler geldi. Düzce’yi, İhsaniye’yi Turgut’u, Ulamış’ı, Karagöl’ü, Seyyit Mustafa Efendi türbesini içeren, romanımda geçen yerleri gösterdiğim bir güzergâh üzerinde misafirlerimizi gezdirdim, anlattım. İnan bana büyülendiler, burayı terk edemediler. Bu kültürel değerleri gün yüzüne çıkarmak, duyurmak, bugüne ve geleceğe kalan bir değer üretmek en önemli gayemiz.
– Teşekkür ederiz.
Seferihisar Belediye Başkanı İsmail Yetişkin, Abderalılar ile birlikte köyde incelemeler yapıyor.
Ekinezya, Düzce’de yeni bir renk olacak
– Bölgede ekinezya yetiştirilmesi için bazı girişimleriniz de var bildiğim kadarıyla…
– Ekinezya Düzce için hem ekonomik hem de kültürel bir girdi yaratacak bir bitki. Bu bölgenin yöresel bir bitkisi, Düzce’nin tarihsel kültürel kimliğinin tamamlayıcı bir parçası olabilir. İlk geldiğim yıllarda görüyordum, daha önce ekiliyordu. Ama toplaması, kurutması zor oluyor diye artık ekmiyorlarmış. Belediyenin mandalina için kullandığı kurutma tesislerinde kurutmayı denedik. Baktık oldu. Bunu görünce daha da heveslendim. Tarım İl Müdürlüğüyle ilişkiye geçtik, hibe kredi istedik. Geldiler, incelediler. 60 bin fide için 60 bin lira hibe kredi planlaması yaptılar. Tarım Müdürlüğü ancak yüzde 75’ini verebilirim deyince gerisini de Seferihisar Belediyesi karşıladı. Köylüler belirlendi ve bir protokol imzalandı. Fideler geldi, on köylüye birer dönüm için 6 bin fidan olmak üzere dağıtıldı. Geçen haftalarda dikimi yapıldı. Haziran ya da Temmuz ayında Belediyemiz bir hasat şenliği düzenleyecek.
Bir cevap yazın