Artık olağanlaştığı üzere, derginin periyodu yine aksadı. Ama bu sefer mazeretimiz büyük. Koskoca pandemi bütün dünyayı etkilemişken bizim küçük dergimiz bundan nasıl azade olsun… Biraz da bahane yaptık, yaz rehavetimizin kılıfı oldu, bunu da itiraf etmeden geçmeyelim.
Yine de boş durmadık. Bu arada bir belgesel çektik. Köy-Koop İzmir Birliği’nin kuruluş hikâyesini anlatan, o dönemi yaşayanların tanıklıklarının anlatımlarına dayanan güzel bir belgesel oldu. Adı “BİR’lik”. Yandaki sayfada daha fazlasını okuyabilirsiniz. Bir de QR kod koyduk, youtube kanalımızdan izleyebilirsiniz. Beğeneceğinizden ve Türkiye kooperatifçilik hareketinin çok önemli bir dönemi üzerine pek çok şey öğreneceğinizden eminiz.
Pandemi bizi de etkiledi dedik. Maliyetlerin artması bir yana, baskı ve dağıtım imkânları sınırlandı. İnsanların bakkala ekmek almaya gitmekten çekindiği günlerde kitapçıya gidip dergi almalarını, hadi aldılar, kolonyayla dezenfekte edip balkonda bir gün havalandırmalarını beklemek akıl kârı olmazdı.
Ama bunlardan daha fazla, herkes gibi bizi etkileyen, elimizi kolumuzu bağlayan şey belirsizlik oldu.
Bu ne kadar sürecek, yarın ne olacak, hadi bitti diyelim, nasıl bir dünyaya gözlerimizi açacağız? Ekonomi tepetaklak… Temel sağlık hizmetlerine ulaşmak bir yana, insanlığın bir kısmının elini yıkayacak suya erişimi yok… İşsizlik, sosyal güvencesizlik… Pandemi korkusunu otoriterleşmek için fırsat bilen devletler…
Tüm bunlar, pek çoğunuzu olduğu gibi bizi de endişelere sürükledi. Bunun üzerine düşündük, konuştuk, okuduk. Dünya böyle gitmez… İnsanlık geleceğini belirsiz kılan böylesi tehditlerle daha sık karşı karşıya gelecek… Doğayla daha uyumlu, küresel sorunlara karşı daha duyarlı ve dayanışmacı bir insan uygarlığı inşa edilmeli… Değişim kaçınılmaz…
Dergi çıkarmayıp da kara kara düşündüğümüz karantina günlerinde aklımıza böyle şeyler geldi. Yİne pek çoğunuz da benzer şeyler düşündü bizim gibi, belki biraz da umutlandı. Salgın bu gerçekleri insanlığın yüzüne çarpar, bir değişimin ateşleyicisi olur… Bunun işaretleri de yok değildi. Dayanışma kampanyaları düzenlendi, yardım paketleri dağıtıldı, sosyal medya üzerinden çığlığını duyuran ihtiyaç sahiplerine yanıt verildi, şirin bir Sağlık Bakanımız bile vardı.
Ama ilk baştaki havanın dağılmasıyla yaşadıklarımıza bakın. Doğal kaynakları hesapsızca tüketmekten şikâyetçiydik, yasakların gevşediği ilk gün alışveriş merkezi önünde kuyruğa girdik. Küresel sorunlara karşı ulus devletlerin dayanışması lazım diyorduk, bugün Akdeniz’de savaş rüzgârları esiyor. Salgın sebebiyle yoksullaşan insanlara karşı gelişen diğerkâmlık büyür ve kalıcılaşır diye umuyorduk, hükümet belediyelerin dayanışma kampanyalarını engellemeye başladı. Devlet “babalık” yapar, sosyal politikalar ağırlık kazanır diye hayal ediyorduk, yakında borç niyetine verdiği kredilerin peşine düşecek.
Tayfun Atay, içine düştüğümüz durumu “The Walking Dead” dizisiyle tarif ediyordu. Diziyi bilirsiniz, bir nedenden ötürü insan nüfusunun büyük bölümü zombiye dönüşür, kalanlar ise amansız bir yaşam mücadelesi içine girer. Ama bu mücadele zombilere ya da bu sebebine karşı olmaz. Zombiler arka planda figüran gibi ayaklarını sürüyerek gezerken, esas çatışma insan toplulukları arasında yaşanır. Hem de ne çatışma, öyle bir gaddarlık gösterir ve kendi varlıklarını öbürlerinin yok oluşu üzerine kurarlar ki insan toplulukları, zombiler masum kalır. Zombi virüsün ve pandeminin metaforuysa, muhtemel geleceğimiz işte böyle görünmektedir.
Ama yine de, meşhur deyişle, enseyi karartmayalım. Başka bir olasılık varsa o da yine bizden gelecek. Yani başka insanlar için dertlenmeden yaşayamayan, hep beraber gülemiyorsa mutluluğu eksik kalan, bizim gibi sıradan insanlardan… Herhalde bunun anahtarı da her düzeyde dayanışma olacak. Aslında kaderi ortak olsa da, siyasetin kutuplaştırdığı insanların dayanışması… Bunun için de, Melek Göregenli’nin dikkat çektiği bir kavramsal ayrımla, fiziksel mesafeleri korurken aramızdaki sosyal mesafeleri kaldırmak gerekiyor.
* * *
Birkaç sayı önce üretimde, eğitimde, istihdamda bu dayanışma örneklerini ele alan bir sayı yapmıştık. Bu sayıda, pandemi günlerinde bir dayanışma örmek için özel gayret gösteren iki tüketim kooperatifini tanıtarak devam edeceğiz. Ayrıca Seferi Keçi’yi benzer bir dayanışmanın odağı olarak örgütlemek gibi düşüncelerimiz de var. Bu kooperatiflerle yaptığımız röportajların özel olarak bize bunun için esin veren bir yönü de oldu.
* * *
Bisikletçilerin Seferi Keçi için yeri ayrı. Sadece bir ulaşım aracı olarak işlevi nedeniyle değil, temsil ettiği yaşam tarzının değeri bakımından da. Pandemi buna tuz biber oldu. Fiziksel mesafeleri korumanın önem kazandığı bugünlerde bisiklet aynı zamanda en güvenli ulaşım aracı olarak öne çıktı. Biz de İzmir’de bisiklet kullanımı üzerine bir dosya yaptık.
* * *
Dergi yayıncılığında arayı açmak bir ritim bozukluğuna neden oluyor. Kafanızda şekillenmiş bazı konular elinizde patlıyor. Bazıları güncelliğini ve etkisini yitiriyor. Bizde de böyle oldu. Biraz ortaya karışık bir sayı yaptık. Yine de güzel olduğunu düşünüyoruz tabii, düşünmeseydik yayınlamazdık. 🙂
Umarız, keyifle okursunuz.