Tamam, siz söylemeden ben söyleyeyim, şu yaptığımız akıl işi değil.
Taşrada bir dergi çıkarmak.
Hem de dergi ve kitap okuru bu kadar azalmışken…
Hem de dolar fırlamış, kâğıt ve baskı maliyetleri uçmuşken…
Hem de dünya çapında en baba dergiler, gazeteler internet yayıncılığına geçmeyi düşünmekteyken…
Üstelik taşrada, hem de bütün yayın dünyası İstanbul dukalığının hegemonyasında ezilirken…
Şu yaptığımız akıl işi değil. Ama ne yapalım, Seferihisar’ın söyleyecek sözü var.
* * *
Sözümüzü söyleyeceğiz. Ama havaya da konuşmayacağız elbette. Uzakta ya da yakında, bizi içtenlikle dinleyecek, okuyacak insanların var olduğunu biliyoruz.
Çünkü, yavaş ve sakin yaşayalım dediğimizde, imreniyorsunuz.
Geleneksel tohumları yaşatalım dediğimizde, market rafındaki bir örnek domatesler gözünüze daha fazla batmaya başlıyor.
Temiz ve alternatif enerji dediğimizde, soluduğunuz havadaki karbon monoksit ciğerinizi daha bir yakıyor.
Çocuk deyip geçmeyelim, kentin yönetiminde onlar da söz sahibi olsun dediğimizde, aklınıza tarikat yurtlarında tacize uğrayan çocuklar geliyor, içiniz acıyor.
Kadınlar eve hapsolmasın, üretsin, ürettiklerini satsın, toplumsal yaşamda söz sahibi olsun dediğimizde… Geleneksel, iyi tarım dediğimizde… Küçük üretici kooperatiflerde birleşip büyüsün dediğimizde… Doğayla uyumlu, sürdürülebilir bir yaşam dediğimizde… Hep kulak kabartıyorsunuz.
O hâlde, Keçi boşuna çıkmış olmayacak…
* * *
Üstelik Seferihisar bunları söylemekle de kalmıyor. Dili döndüğünce söylediklerini, elinden geldiğince yapmaya çalışıyor. TDK sözlüğü vicdan için, “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten güç” diyor ya; söyleyip yaparak hatırlattıklarıyla, bizim küçük kentimiz büyük şehir insanını kendi yaşantısıyla hesaplaşmaya iten vicdan olmaya soyunuyor.
* * *
Sözümüz sadece büyük şehirlerin girdabında boğulanlar için mi peki? Hayır.
Söylediklerimizi yapıyoruz dediysek her şey de tıkırında gitmiyor. Kentin merkezinde trafik sorunumuz yok mu? Var. Çarpık yapılaşma sorunumuz yok mu? Var. Bir başlasak daha çok sayarız. Bu sorunlara gömülüp çaresiz hissettiğimizde, dilimizdeki “yavaş şehir” Seferihisar, uzaklaşan bir düşe dönüşüyor. Yavaş şehrin ruhuna uygun çözümler bulmak için, Seferihisar’ın da kendi sözünü işitmeye, hatırlamaya ihtiyacı var.
O hâlde, Keçi boşuna çıkmış olmayacak…
* * *
Hâlâ akıl işi değil mi diyorsunuz? Keçi’nin de akılla işi yok zaten.
Akıl sözcüğü, belki biliyorsunuz, Arapça “ikâl”den geliyor. “Bağlamak, dizginlemek” daha somut olarak da devenin ayağını bağlanan ip anlamında bir sözcük. Dizginlenmek, bir kazığa bağlanmak bizim Keçi’ye pek uymuyor.
* * *
Elinizdeki Keçi’nin ilk sayısı. Keçi, “yaşamı savunmakta inatçı” bir kültür ve yaşam dergisi olacak.
Kültür dediysek, mesela “çok kültürlü adam” derken hep kastedildiği gibi, okumuşluk, yazmışlık, ince zevk sahibi olmuşluk değil kastımız. Bunlar da var elbette; felsefe, tarih, edebiyat, resim, heykel ve dahası. Ama kültür, insanın doğayı dönüştürme etkinliğinde elbirliğiyle geliştirip sonraki kuşaklara aktardığı maddi ve manevi değerlerin tümüyse, o zaman ne yazıp ne okuduğumuzdan fazla, nasıl ekip nasıl biçtiğimiz, nasıl üretip nasıl bölüştüğümüz var kültürün içinde. Edebiyat kadar zeytincilik, felsefe kadar balıkçılık…
Mesela bu sayımızda, zeytini elbirliğiyle işleyen kooperatif başkanı Özcan Kokulu da var, taşı işleyip heykel yapan Cahit Koççoban da. Yani aslında Keçi’de, insana dair ne varsa o olacak.
* * *
İnsana dair ne varsa dedik ama, Keçi çürük çarık ne varsa insanlık birikiminde, hooop diye heybesine atıp sahiplenmeyecek. Tüm bu birikimi süzmek ve geleceğe taşınmaya değer olanı ayıklamak için, Keçi’nin kendine göre ölçüleri, ilkeleri olacak. İlkeler dediysek, öyle sayfalarca anlatılacak bir şeyden bahsetmiyoruz. Hepsi hepsi;
* İnsanı insandan ayrı görmeyecek. İnsanların aralarındaki farklılığın nasıl muazzam bir zenginlik olduğunu bilecek. Ama ırk, din, dil, millet, sınıf, biyolojik ve kültürel vs. farklılıklar üzerine temellenen eşitsizliğe, aşağılamaya karşı duracak. İcabında, aşağı görülenden yana olacak.
* İnsanı doğadan ayrı görmeyecek. Kendisini doğadan ayrı ve üstün tutan, tüm canlı ve cansız doğa kendisi har vurup harman savursun diye varmış gibi davranan insanoğulları ve kızlarına, “hop kardeşim” diyecek.
* Hurafeye kulak tıkayacak, doğruyu yanlıştan ayırırken ölçüsü bilim, gayesi doğa ve insanın iyiliği olacak.
Keçi bu ilkelerde inatçı olacak.
* * *
Keçi Seferihisarlı bir dergi. Ama anlatacaklarıyla evrensel olacak. Keçi’ye “nerelisin hemşerim?” diye soran olursa, “aslen Seferihisarlıyım, ama Egeliyim, Anadoluluyum, dünyalıyım” diyecek. Seferihisar’ı anlatırken dünyaya söyleyecek sözü olacak, Seferihisar’ın derdini tartışırken ülkenin sorununa çözüm önerecek. Dünyanın ve ülkenin sesine kulak verecek, oralardan süzdüğünü Seferihisar’a katacak. Tarım ama nasıl bir tarım? Turizm ama nasıl bir turizm? Balıkçılık ama nasıl bir balıkçılık? Kentlileşme ama nasıl bir kentlileşme? Sanat ama nasıl bir sanat?.. Keçi döne döne bu soruları soracak, yanıt arayacak, bulduklarını paylaşacak. Yazarları ise bu kafada buluşan fiilî ve fahri Seferihisarlılar olacak.
* * *
Bu kafada buluşan insan az değil dünyada neyse ki. Hâlâ dünyanın geleceğinden umudu kesmemiş olmamız onlar sayesinde değil mi biraz da? Bazıları kırmadılar, Keçi’nin ilk sayısına omuz verdiler.
Yeme-içmenin kültür tarihimizdeki yeri üzerine çalışmaları olan, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde öğretim görevlisi arkeolog ve gıda mühendisi Ahmet Uhri, bu sayıda Seferihisar’ın armolasını anlattı.
Okan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Beril Özer doktorasını yavaş şehirler üzerine yapıyor. Tez hazırlığı için Seferihisar’a gelmişken yakaladık. Bizim için yavaşlığı yazdı.
Daha çok Antik Ege üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız hukuk profesörü Bilge Umar hocamız, kendisi yarı Seferihisarlı sayılır, Seferihisar’ın tarihiyle başladı Keçi’deki sohbetlerine.
Bilim yayıncısı Ender Helvacıoğlu, “her yerde akılcılığı, bilimi yazıyorum, Keçi’ye de delileri yazayım” dedi.
Botanik alanında araştırmacı Hasan Torlak 2016 yılında Türkiye’de keşfedilen endemik bitkileri anlattı. Gelecek sayılarımızda Ege’nin ve Seferihisar’ın endemiklerini tanıtmaya devam edecek.
Nerede bir doğa tahribatı olsa, orada direnenlerle birlikte görmeye alıştığımız Melda Onur da, bizimle birlikte. Bu sayımızda HES’lere karşı mücadele edenleri yazdı.
Hayatımızı oyunla, masalla güzelleştiren Sunay Akın da yabancısı değil Seferihisar’ın. Masal Evimizin açılışında bulunarak, İstanbul’daki Oyuncak Müzesiyle bir kardeşlik köprüsü kurmuştu aramızda. O da yer aldı bu sayımızda.
Eksik olmasınlar…
Ve Seferihisar’dan röportajlar, anılar, şiirler…
* * *
Keçi bunları sunuyor ilk sayısında size. Christoph Martin Wieland adlı bir Alman yazarın “Abderalılar” diye bir kitabı var. Abderalılar 2500 yıl önce Teos’tan, yani Seferihisar’dan kalkıp Trakya’ya göçmüş bir halk, onlardan daha sonra bol bol bahsederiz. Bu Wieland, “Meşgul okuyucudan, iyi okuyucu pek çıkmaz.” demiş. “Ya her şeyi beğenirler ya da hiçbir şeyden hoşnut olmazlar; dediklerimizin ya yarısını anlarlar, ya hiçbirisini anlamazlar, ya da (daha kötüsü) hepsini yanlış anlarlar. Zevk alarak ve faydalanarak okumak isteyen insanın, ne yapacak başka işi, ne düşünecek başka şeyi olmalı.”
Meşgul okuru biz de pek sevmeyiz. Para mesele değil, 5 liradan ne olacak, bize esas vaktinizi ayırın. Kafanızda yetiştirmeniz gereken bir proje, hazırlanmanız gereken bir iş toplantısı, bitirmeniz gereken bir sunum, başlamanız gereken bir ödev vs. varsa, ya onları, ya da dergiyi bir kenara bırakın. Eminiz ki zevk alarak ve faydalanarak okuyacak bir şeyler bulacaksınız Keçi’nin sunduklarında.
* * *
Keçi’nin kapağını Hakan Kirezci çizdi. Logomuzu Fahrettin Engin Erdoğan tasarladı. Sağ olsunlar.
* * *
Yavaş şehirde yaşıyorsak, tembel ve hantal olduğumuz aklınıza gelmesin. Bir dergi çıkarmanın sadece bir düşünce olarak kafamızda belirmesiyle matbaadan çıkıp elimize aldığımız an arasında sadece iki ay geçti. Farkına varamadığımız çok hatamız, çok eksiğimiz olmuştur muhakkak. Affola…
İyi okumalar…
Bir cevap yazın